Rabbimizin bize armağan ettiği bir günün yarısından merhaba dostlarım…
BİR MEVSİM DAHA BIRAKIP GİDİYOR.
Mevsimler gelip geçiyor, tıpkı ömrümüz gibi… İlkbahar, yaz derken işte sonbahar da geldi geçiyor, hatta Eylül tıpkı sararan yapraklar gibi rüzgârların peşine takıldı toparlandı gitti işte peşi sıra, Ekim onun yolunu izledi hiçbir şeyi aksatmadan ve nerdeyse bitmek üzere olan Kasım geldi. Ama durmayacak oda buralarda, bakın gidiyor işte, heybesine ömürlerimizi doldura doldura ama biz farkında mıyız bu farkındalığın… İşte tam o noktada biraz şüphem var…
Ne güzel anlatmış Atilla İlhan “Adım Sonbahar” derken…
Nasıl iş bu
Her yanına çiçek yağmış
Erik ağacının
Işık içinde yüzüyor
Neresinden baksan
Gözlerin kamaşır
Oysa ben akşam olmuşum
Yapraklarım dökülüyor
Usul usul
Adım sonbahar____
Her şeyin nedenini sorgularken mevsimlerin güzelliğini kaçırıyoruz. Yapraklar neden sarardı? demek yerine yapraklar sararınca ne güzel oluyor desek ya…
Her mevsimin bir duygusu vardır insanda. İsminde “son” geçtiğinden midir, yoksa sarıya kaçan renkleri etrafımıza doldurduğundan mı, dallarında duran çiçek ve yaprakları yerlere döktüğünden mi bilinmez, sonbaharın insana aktardığı duygu hüzündür.
Beni de hep hüzünlendirir, başkalarını hüzünlendirdiği gibi, dalından ayrılıp yere düşen yapraklar, içimi acıtır.. Kaybolup gidecektir bir zamanlar rengârenk yeşil esvaplarıyla salım salım salınan o güzel yapraklar, sararmış ve bedenini kıvırmış halde ezilip kaybolacaklar ayakaltında, kim bilir rüzgârlar nerelere savuracak onları…
Yitip giden aşklar gibi…
Aslında ‘Necip Fazıl Kısakürek’ güzel bir mecaz cümleyle yitip giden aşklara cevap vermiş…
“Yaprak sıkılmıştı ağaçtan, bahane idi sonbahar. “
‘Charles Bukowski’ ise buna şu cevabı vermiş;
“Tutunamadığın dalda yaprak olmaya çalışma. Kimseye zorla sevdiremezsin kendini.”
Sonbahar yaprakları üzerine şiiri şarkısı olmayan ülke, dil var mı acaba… Yoktur sanıyorum?
Erkan Yurdaer’in sözleriyle Yıldırım Gürses den dinlemeli bir de Sonbaharı…
“Düşen bir yaprak görürsen
Beni hatırla demiştin
Biliyorsun seni ben
Sonbaharda sevmiştim
Her sonbahar gelişinde
Sarı sarı yapraklarda
Kuru dallar arasında
Sen gelirsin aklıma.”
Gökyüzü ağlıyormuş gibi göründüğünden belki, belki de bir sıkıntıyı bulutların ardında saklamaya çalışır gibi olduğundan, ne zaman o bulutlar çıksa ortaya, valizlere doldurulan hüzünler de çıkar gün yüzüne. Pencerenin önüne oturup camda yürüyen damlaları seyretme vakti gelmiştir artık. Tıpkı onlar gibi, bir hızlı bir yavaş giden hayatımıza bakarız. Bazen vicdan muhakemesi görülür o cam kenarında, bazen film şeridi gibi tüm bir yıl, tüm bir ömür izlenir.
Sonbaharın simgesi açan çiçekler değil, dökülen yapraklardır daha çok. Kimi kızarmış, kimi sararmış, ama her yeri büyüleyici renkleriyle donatmış olan yapraklar.
Üzerlerinden iki mevsim geçmiştir her birinin, kimi şanslıdır, güneşe dönmüş, onun sıcağıyla kavrulmuştur. Kimi kenarda köşede kalmış, hayatın telaşını yaşamak istememiş gibidir. Kendince sakin sakin büyümüş, yeteri kadar sararınca da düşmüştür.
Kimi ise henüz tazeciktir, gençtir. Henüz sararmamışken, ya da kızarmamışken bulur kendini toprakta, hala ümit vardır yeşilliğine dair.
Sonbaharın ağacına veda etmiş yapraklarının bu hüznü, tüm sokakları bir festival alanına dönüştürür. Biz yürüdükçe sessizliği saran çatırtıları o hüznün arasında huzur verir sanki. İşte bu yüzden güzeldir sonbahar, hüznün içinde huzuru barındırabilen tek güzel mevsimdir çünkü.
En efsanevi aşkların sonbaharda başladığı düşünülür. Bu dönemlerde insanlar yazın enerjisinden yorulup kendilerine battaniye ve kahve eşliğinde film izleyecek bir yaren ararlar.
Kimseye söyleyemesen de kışın hüznü çöker bu mevsim. Çünkü ıssızlaşan ve soğuyan sadece dünya değildir, kalbin üşür bu mevsim…
Vakti dolanın dalından kopması gerektiğini anlamak için en güzel zaman değil mi şu sonbahar…
Sonbaharın yaprakları yaşanmışlıktır. Belki rengârenk çiçekler solunca vazgeçer aynı dalı paylaşmaktan her biri, renklerini de döker, hüzünlerini de.
Bir hüzün nasıl bir coşku verebilir aynı anda? Kulağa imkânsız gibi geliyor.
Her şeye rağmen gönlünde sonbahar hüznünü taşıyan birine, ilkbaharın güzelliğini anlatamazsın…
Ve böylece bir sonbahar daha geldi geçiyor ömrümüzden…
On üç gün sonra başka bir mevsimi yaşayacak gönüldeki hüzünler…
Bu gün biraz fazla mı dramatik mi oldu dersiniz?
Belki de… Ancak fazlası ile doğru değil midir sizce?
Neyse biz her şeye rağmen sevelim ve sözlerimize 13. yüzyılda yaşamış Müslüman şair, fâkih, âlim, ilahiyatçı ve Sufi mutasavvıf ama bizlere bıraktığı değerli eserleri ve sözleriyle hala yaşayan Hz. Mevla’nınım sözleriyle bitirelim bu gün:
Mevlana’ya sormuşlar; “sevgili” nasıl olmalı diye. “Sevilecek biri olmadığı zamanlarda bile seni sevmeli. Sarılacak biri olmadığı zamanlarda bile sana sarılmalı, dayanılmaz olduğun zamanlarda bile sana dayanmalı” demiş hazret
Sen çiçek olup etrafa gülücükler saçmaya söz ver. Toprak olup seni başının üstünde taşıyan bulunur.
Ve Hz. Mevlâna’nın dediği gibi: “Misafir gelecekmiş gibi evini, ölüm gelecekmiş gibi kalbini temiz tut.”
Kalbi temiz insanlar sevginin değerini de, bedelini de bilirler…
Gününün geri kalanının her anını, güzel, mutlu, umutlu ve sağlıklı geçirmenizi diler gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet, sevgi ve selamlarımı iletirim… Yüreğinizden sevgi, yüzünüzden tebessüm hiç eksilmesin…
Hoş kalın, hoşça kalın ama kalbinizde hep sevgiyle kalın, dostça kalın…
#öskurşun#