Dünya tarihi ile şu veya bu sebeple ilgilenen her insan, atalarının gelişimi üzerine kafa patlattığında, derhal, Doğu ile Batı’nın kıyaslamasına gider. Bu zorunlu bir kıyaslamadır nedense. Aslında gerçekte de bu kıyası yapmadan ne tarih anlaşılır, ne de tarihin bize vermek istediği ders…
Milattan önceki yıllarda, Doğu felsefi açıdan bir GÜNEŞ’e sahiptir, Batı ise kan ve göz yaşının, cehaletle yoğrulduğu bir yerdir…
1600’lü yıllara kadar, işte bu Güneş’in çocukları, BATI’yı derinden etkilemişlerdir…
Ama sonra, ne olduysa, işler bir anda tersine dönüvermiş ve Batı, neredeyse 3000 yıldır üzerine çöreklenen Doğu’dan intikamını acı şekilde almıştır…
Bu yazının konusu ise, işte o Doğu’nun sadece bir aktörü ile alakalı!
Çin!
Hani şu, sokaktaki adamın, Çin dendiği zaman, ”Çan-çin-çon!” diye dalga geçtiği, ya da KUNG FU hareketlerinden bir demet sunduğu ülke…
Benim açımdan bakıldığında ise, Çin sürekli kafamda ki gizemini korumuştur.
Hem öğretileri, hem felsefeleri, hem de bilimsel anlamda ki devrim yaratacak buluşları ile, hep ilgimi çekmiştir…
Neden mi?
MÖ 3000 yılında, daha Avrupa’nın ortasında, insanlar topraktan dahi korkarken, Çinliler elmas üretimi yapıyorlardı…
MÖ 500’lerde fiber artıklardan ve kullanılmış balık ağlarından yapma kağıdı kullanıyorlardı…
MS 700’lerde, insanların kimliklerini tespit etmek için, parmak izlerini kullanan ilk Çinliler oldu…O dönemlerde, insanların parmaklarını, kara katranla dolu bir kaba bandırarak, parmak izlerini alıyorlardı…
İnsanların parmaklarından baskı yapmayı çabuk öğrenmiş olacaklar ki, Avrupa daha karanlık çağlarını yaşarken, Pekin’de ilk gazete yayınlanmaya başladı. Hem de parmak izlerini kullanmadan, tam 48 yıl sonra…
Ama işte kör talih denen şey bu olacak ki, 748 yılında basılan ilk gazeteleri, 751’de Müslüman orduları ile yapmış oldukları ve kaybettikleri Talas savaşını, kalın puntolarla yazacaktı!
Bundan tam bir asır sonrasında, Çin’de insanlar, geniş halkalı olmayan TUVALET KAĞIDI’nı icat edeceklerdi…
868’de, ”Diamond Sutra” (Elmas Sutra) adında, Dünya’nın ilk basılan kitabını oluşturdular…
969’da ise, şimdinin en değme poker oyuncularının elinden düşürmedikleri, iskambil kağıtları, Çin’lilerin ellerini süsleyecekti! (Papaz kaçtı-Pişti-Pis yedili-Yanık, Çinliler tarafından mı icat edildi, henüz bilmiyoruz…)
1023’te bilinen ilk kağıt para, yine onlarda kullanıldı…
1086’da pusulayı buldular ve aynı sene yine beni hayrete düşürecek başka bir şey üzerinde çalıştılar!
Çin toprakları üzerinde, özellikle Tunghuzka bölgesinde (Bugünkü Mançurya sınırları-ki o dönemde Moğolların atası olan Tunguzlar bu bölgede yaşıyordu) fosiller üzerine ilk arkeolojik araştırma, Ming Hanedanının İmparatoru Dan Xiaoping’in emriyle yapıldı!
1107 yılında, sahte para üretimine yani kalpazanlığa çare bulmak adına, üç renk boyadan oluşan bir para icat ettiler.
1086’da Shen Kua adlı bir mucit, ilk manyetik pusulayı icat etti.
1153 yılında, Kaifeng kentinde, Dünya’nın ilk restoranını açtılar ve bu restoran hala işletilmektedir.
Bundan tam iki sene sonra ise, imparatorluk topraklarının sadece Batı kısmını içine alan,Dünya’nın basılmış olan ilk haritasını yayınladılar.
İmparatorun emri ile, bu harita, çocuklara ders olarak ezberletildi…
Ve en önemli icatlarını 1200’lü yılların sonunda silahı bularak yapana kadar, Çinliler sürekli kafalarını patlatırcasına, bir şeyler ürettiler…
Kısacası, çekik gözlülerin diyarında 1250 yılına kadar sürekli icat…icat…icat…
Ta ki, Cengiz adında bir adam çıka gelene ve Kungfu bilen Çinli mucitlere, ”Ali-Cengiz” oyunları yapana kadar.
İşte o zaman icatçı Çin, montajcı Çin’e dönüşme yolunda ilk yolculuğuna başlamış oluyordu…
Ve insan durup düşünmeden edemiyor doğrusu…
Cengiz Han, acaba hiç doğmasaydı…
Çin hiç işgal edilmemiş olsaydı…
Acaba Dünya’mız yine aynı Dünya’mı olurdu?