Kitap fuarındayım. Yazarlara bakıyorum ya su ya çay kahve içip, aralarında sohbet ediyorlardı. Fuara gelenler sanki kapalı çarşıya gelmiş gibilerdi. Salına salına stantların önünden gelip geçmekteydiler.
Kendimi konu mankeni gibi hissettiğim anlarımdan biriydi.
Havadan mı ne, keyifsizdim.
Kitap fuarı, bir sakin, bir kuru kalabalıklarla dolup taşıyordu.
“Hürraa!”
Bir bakıyoruz, okul çocukları fuara üşüşüyorlardı. Her biri, kapalı alanda güneşe hasret civcivler gibi sağa sola dağılmaktaydılar. Kimileri anne ve babalarıyla gelmişlerdi. Kimileri de öğretmenleriyle…
Kitap standını bu kez bundan önceki fuarlardan farklı dizmiştim. Bir yanımda şans bileklikleri, Galatasaray, Fenerbahçe, vs, spor kulüplerinin renkleri ile, bir yanım da aşk, şifa, vs, uzakdoğu inançlarını simgeleriyle renk renkti. Kitaplarım daha az alan kaplamıştı…
Okullardan gelen meraklı çocuklar bir anda üşüşmüşlerdi başıma…İçlerinden biri aradığını bulamamışki sordu:
“Beşiktaş var mı abla?”
Hoşuma gitmişti, ” Abla” demesi.
Neden hoşuma gitmesin ki? Daha dün 50 yaşındaki kır saçlı adam bana “Teyze” demişken…12 yaşındaki çocuğun “Abla” hitabı insanın gönlünü hoş etnez mi?..
Enerji almıştım çocuktan.
Kalkıyorum süs biberi gibi oturduğum sandalyemden, “Gel” diyorum.
Heyecanla yaklaşıyor. İstediği bilekliği takıyorum bileğine. Mutlulukla ışıyor yüzü. O sıra kitabım dikkatini çekiyor.
“Bunu sen mi yazdın abla?”
“Evet, oku arkasını bak…”
Yok ben okumayı sevmem abla” dediği anda
Tam kitabı bırakıp gideceği anda onu biraz oyalamak istedim .
“Dur hemen gitmek yok öyle. Bana borçlusun.”
“Ama burada bedava, yazıyor abla…”
“Evet ama kitap okuyana. Bak ne yazıyor?”
Sesli okudu:
“Bir kitap alana bir bileklik hediye.”
Bilekliğini çıkartıp bana uzattı.
“Özür dilerim abla. Onu okumamışım.”
Bilekliği tekrar taktım ona.
“Borcunu ödeyebilirsin.”
Stantdan bir kitap alıp kısa öykülerinden birini okumasını istedim. Şaşırmıştı.
“Borcumu okuyarak mı ödeyeceğim yani?”
Ona şefkatli bir gülüş uzattım.
“Evet. Sahi adın neydi senin?”
“Oruç…”
“Haydi Oruç, içinden okumaya başla…”
O sessizce bir köşede okurken diğer çocuklar da merak edip yaklaşmışlardı. Ama sadece bileklikler dikkatlerini çekmişti. İçlerinden biri kitabıma uzanıp aldı. Kitabın arkasını okumaya başladı. Okuyan çocuk nasıl da anlaşılıyordu.
“Bunu siz mi yazdınız?”
“Evet, öykü okumayı sever misin?”
“Gerçek hayattan öyküleri okumayı severim. İnternetten e kitap indirip okuyorum zaten…”
O sıra bir kadın yaklaştı. Çocuğun kolundan tutup ” Nereye kayboldun Bora? Tam on beş dakika seni arıyordum…”
Dedikten sonra çocuğunun elindeki kitabı çekip masaya atarcasına masaya bıraktı.
“Ama anne kitabın yazarıyla konuşuyordum…”
Kadın kaşlarını çatıp;
“Sonra… Sonra oğlum…Önce karnımızı doyuralım, paramız artarsa geliriz buraya…”
Bana da zorunlu bir tebessüm etmişti lütfen…
O sıra Oruç nemli gözlerle yanıma yaklaştı.
“Abla be…Ne iyi kalpliymiş öğretmen. Ben şimdi bu kitabı almak istiyorum. Bana imzalar mısın?”
“Tabi ki Oruç. Senin adına mı olsun?”
“Hayır. Öğretmenime hediye olarak alacağım. Ama önce ben okuyacağım…”
…
Hedefime ulaşmıştım.
Kendimi artık konu mankeni gibi hissetmiyordum …
Emine Pişiren/Akçay