Bir karpuz için bu kadar eziyete değer miydi? Fakat olayda, büyük bir gerçeklik payı vardı. Babamın “karpuz!” diye bağırmasını duyduğumda, bir an tereddüt etsem de birden fırladım…
Babam; “korkak duruşumuz, suçluya cesaret verir. Yarın daha büyük kötülükle karşılaşırız. Baştan tavrımızı koymamız gerekir.” Karpuz, emeğimizin karşılığıydı. Babam “karpuzu geri getir,” diye tekrarladı. Tezgâhtan kaçırılan karpuzu geri getirmek adına, gücümü sonuna kadar kullandım.
Koşarken hedefe kitlenmiş savaş uçağı gibi, gencin peşini bırakmadım. Aklım karpuzdaydı ve genci yakalamada gecikmedim. Genç karpuzu yuvarlamaya kalktı, babam karpuz demişti. Onu bırakıp karpuza yöneldim. Gencin, kör bir hevesi burada noktalanmıştı. Çünkü karpuz, kucağımda babamın tezgâhına kavuşma anını bekliyordu.
Babam; “buyurun, hoş geldiniz. Karpuzlar, kendi bostanımızdan,” demeye devam diyordu.
Kamyonetin yanında durmak görevimdi. Yıkık bir sandığın üzerine çıktım ve tüm dikkatimle, pazar yerinde dolaşanları gözetlemeye çalıştım.
Babamın “tatlı karpuz,” sözünün müşteriye etkisinin farkındaydım. Denizin maviliğinde dalgaların yükselmesini gözler gibiydim. Kamyonette çanta gibi asıldığım için ayaklarım uyuştu. Bir süre sonra uyuşukluğum kısmen azaldı.
Babamın bağırmasını algılamış, fakat dalgaların sakinleştiğini zannetmiştim. Pazarcılık becerisini çok iyi bilen babam, müşteriyi kaçırmamak için sevecenliğini de kullanıyordu. Kamyonetin yanlarına karpuzları filelere asmıştı.
İsteyene karpuzu fileyle veriyordu. “Tane işi karpuz!” diyordu. Amacı bir an önce satışını tamamlayıp bahçeye dönmekti. Zoru başarmak babamın işiydi. Sanki üretmek adına yaratılmıştı. Toprakla olan bağı, kamyonetin arkasında yığılıydı.
Ona göre zafer, kamyonete yığmak ve aynı şekilde boşaltmaktı.
Pazarcılıkta engelleri aşmak, önemliydi. Bir tane de olsa karpuzu babama getirmiştim. Gencin aczi, karpuzu kaçırdığını kimsenin görmediğini sanmasıydı. Bir karpuz işte alsın kaçsındı. Genç karpuzun peşine düştüğümü, ilk anda fark etmedi. Peşinde olduğumu ve yakalanacağını anlayınca da karpuzu bırakıp kaçtı. Burada pazarcıların olaya müdahil olmaması da enteresandı.
Yalnız, çantasıyla yürüyen adamın; “bir karpuz için bu kadar zahmet çekilir miydi?” Kendini beğenmiş pozlarda, çevresine baktı ve güldü. Seviyesizce söylediği lafı, ağzına tıkamak için “çantanızı alıp kaçsalar, bir çanta için değer mi demiş olsam, aklınızdan ne geçerdi?” Olayı bir de başından geçmiş gibi düşün? diye sordum.
Babam “sinirlenmene gerek yok,” dedi.
“Kişilikli insanlar tek yönlü düşünmezler,” dedim.
Gencin, güneşe karşı gözünü kırpıştırması, bırak dokunma, der gibiydi. Davranışım, “karpuzun peşindeyim!” sinyalini veriyordu. Genç, savunmasız bir profil çiziyordu. Yalnız karpuzu yuvarlaması sinirlerimi bozmuştu. Buna rağmen, tek hedefim karpuz tarlama, sahip çıkmaktı.
Pazarcılardan biri tebrik etti. “Bir iki, sürekli bizden gidiyor. Alacak durumu yoksa isteseydi,” dedi. Ayrıca başından geçen bir öyküyü de anlattı.
Karpuzu babama teslim ettim.
Padişah koruyucuları gibi gururluydum.
Hasan TANRIVERDİ