Pencereden sızan zayıf, sarı bir ışık demeti titredi ve söndü. Sönene kadar da soluksuz kaldı. İçeride kapının çarpıldığını duydu, kendine gelir gibi oldu.
Evin köşesine doğru yürüdü. Köşedeki nar ağacının dibine çöktü. Sessizce bekledi, fakat sokaktan geçen de olmadı. Pencere çerçeveleri boyasız ve perdeler dökülüyordu. İçinden, narın dibine uzanmak istedi.
Gözlerini açtığında dizleri ve boynu tutulmuştu. Ayaklarını uzattı ve gözünün önünden yıllarca yaşadığı olayların çilesi geçti. Sabahın hareketliliği başladığında gözlerini ovdu. Her tarafı kaşınıyordu. Çünkü böceklerin hücumuna uğramıştı. Kan bulsalar emerlerdi. Evi gözetlemeye devam etti. Bir şeylerin özlemini çekiyordu. Baba evine gelmişti ama duygularını anlatmaya kelimeler yetmezdi.
Sabah hareketliliği başladığında, el arabasıyla taş taşıyan çocukları gördü. Arabanın tekerinden acayip sesler geliyordu. Geceden beri en küçük bir değişikliği dahi iç dünyasının gizliliğine yorumluyordu.
Çocuklar arabayı itemeyince kalktı ve onlara yardıma gitti.
Çocuklara gözlediği evi sordu. İnce uzun boylu ve sarı saçlısı, elini saçlarına attı ve “Salih çavuşun evidir. Ailesini kaybettikten sonra dışarı çıkmaz oldu. Çarşıdan bir şeyler alır ve evinden bir daha gün görmez,” dedi.
Çocukları yok mu?
Çocukları üvey ananın baskısına dayanamayıp kaçmışlar. Onlar kaçtıktan altı ay sonra da üvey ana ölmüş. Annem, “Çocuklara yazık oldu,” diyor.
Annen çocukları görse tanır mı acaba. “Bilemem ona sormak lazım.”
Mahalleden karışık sesler geliyordu. Mahalleniz kalabalık herhalde. Uzun çocuk; “Amcamın oğlu, komşunun yeğeni ve tanımadığım biri daha geri döndü.”
Çocukların esmer ve tıknaz olanı “Seni kaçak sandık, buraları ne tanıyorsun,” diye sordu.
Kapıya vardıklarında, “İyi günler, çocuklarınıza yardım ettim. Buralar kalabalık, gelenler olmuş,” dedi. Anne, “Sesini tanıdım, Salih Çavuşun oğullarından birisin herhalde,” dedi. Sempatik davranışı, güler yüzlülüğü onu biraz daha komşulara yakınlaştırdı. Herkese baktı, içinden gelen sıcak duygulara yenik düştü. Gözleri doldu ve “Büyük oğlu” diyebildi.
Özlediği sıcaklığa kavuşmuştu. Kardeşimin şu an burada olmasını çok isterdim dedi.
Uzun boylu çocuğun annesi, “Hayatın çıkmazlarında hepimiz ezildik gençliğimiz gitti, değiştik. Bunlardan biri de baban, o daha çok yoruldu. Hayat onu, sözün özü çarptı. Kendini de koruyamadı, çocuklarına sahip çıkamadı. Gelmene çok sevindik, gelin içeriye kahvaltı edelim, sonra babana geçeriz.”
Salih çavuşun büyük oğlu, mahalleden topçu arkadaşlarını sordu. Uzun boylu çocuğun babası “Çoğu şehirlerde çalışıyor, burada kalıp ticaret yapanda var,” dedi. Anne “Amcanı çağıralım ve birlikte babana geçelim,” dedi. Adının Ahmet olduğunu söyledi. Anadan çektiklerini, babanın görevde olması ve sahip çıkanın olmaması kaçmalarına neden olmuştur. Babamızın evi kâbus gibi kafamıza çökmüştü. Okuldan gel, akşama kadar çalış ve aç karnına yat. İnsanın inancını köreltse bu kadar olurdu. Bu arada amcası geldi ve sarıldılar. Birbirlerinden kopamadılar.
Amcası babasına gitti ve geldi birlikte eve geçtiler.
Ahmet’in yüzü güldü, rahat nefes aldı. Çünkü babasını hep sert ana gibi kötü düşlüyordu. Gevşemiş bir hâlde babasına sarıldı. Babası “Nerde kaldın çok bekledim,” dedi.
Buluşmaları çok üzücü geçti.” Kardeşin da olmalıydı,” dedi. Kardeşimi en kısa zamanda getireceğine söz verdi.
Hayatın zorluklarına direnebildiniz mi? diye sordu. Kaldığınız yer, Ahmet, yurtta kaldık, oradan eve çıktık. İş bulduk çalıştık. İş sahibi bizi sevdi, her zaman dürüst çalıştığımızı söylerdi.
İkimiz de askerliğimizi yaptık. Sigortamız var, gecekondu evimiz de var. Gecekonduyu bırakamayız. Çünkü yeri artık bizim.
Ahmet, “Hayatın çilesini de neşesini de tattık, burada olmaktan çok mutluyum,” dedi.