Ben kendimi bildiğim günden bu yana (yani 65 yıldır) Galatasaraylıyım. Beni çok seven, 10 yaş farka rağmen arkadaşım gibi davranan, Rahmetli Abdullah Ağabeyim, beni de kendisi gibi Cimbom fanatiği yapmıştır.Oğlum,iki kızım, gelinim, iki damadım, eşim, 5 torunum hep GS’lidir.
GS maçlarına gidemem, TV’de izleyemem, radyodan da dinleyemem. Zira heyecan basar, çarpıntı başlar.
Hafta sonunda, GS galip gelirse, yeni haftaya çok neşeli girerim. Aksi halde, (bu yılı devamlı olduğu gibi) neşem kaçar, performansım düşer.
Aslında, bu bir tür hastalık. Sık sık kendimi analiz ediyor ve kızıyorum. Ama tedavisini de bulamıyorum.
1- Halbuki; profesyonel futbol camiasının iç yüzünü çok iyi biliyorum. Zira, 1971 yılında (Hesap Uzmanları Kurulu – İzmir Grup Başkanı iken) futbol kulüplerinde, ilk vergi incelemesini ben başlatmıştım. Aman Ya Rabbim; önümüze ne iğrenç bir tablo çıkmıştı. Hesap – kitap yok. Her türlü istismar mevcut. Ve bu kadar pervasızca vergilerin, sigorta primlerinin kaçırıldığı, başka bir kurum bulamazsınız. Yöneticilerin tümü, kendini bir güç zanneder. Politikacılara şantaj yaparlar. (Halbuki, arkalarında tek bir oy gücü de yoktur. Ama bu yolla bol para kazanırlar. Devlet ihalelerini alırlar. Özel muamele görürler. Devamlı olarak medyada reklamlarını yaptırırlar).
2- Daha sonra bu incelemeler, tüm Türkiye’ye kaydırıldı. İkinci ve Üçüncü Lig Takımları dahil, genel bir inceleme yapıldı. Anlı şanlı (?) kulüplerimiz dahil, hepsinin foyası ortaya döküldü. (Ne yazık ki 40 yılı aşkın süre geçti, değişen bir şey olmadı. Aynı çarpık tablo sürüp gitmektedir.)
3– Kemal Unakıtan’ın Maliye Bakalnlığı’nda ve Hasan Basri Aktan’ın müsteşarlığı döneminde, yeniden incelemeler başlatıldı. Ne yazık ki baskılar sonucunda yarım kaldı. Yetmezmiş gibi bir de futbolculara mahsus, torpilli vergi düzeni getirildi. Kanunsuzluklar teşvik edilmiş oldu.
4- Meslek hayatım içinde; çok değerli, öz kardeşim gibi sevdiğim, tam anlamı ile gönül dostu sıkıntılı anlarda hemen yanınızda oluveren, paranın şımartmadığı, iki değerli arkadaşım oldu. İzmir’de Ahmet Sevil, İstanbul’da da Vefa Küçük. Birisi Göztepe’nin , diğeri de FB’nin hastası. Birsini Göztepe yönetiminden ayırmak, diğerini de FB’ye yönetici yapmamak için (değerli eşlerinin de desteği ile) çok çalıştım. Çünkü bu camiada, böylesine dürüst adamların harcanmasına gönlüm razı olmadı. Bir avuç amigo denen, (uyuşturucu ve alkol bağımlısı, kanun, nizam tanımayan) gürûha muhatap olmalarını istemedim.
5- Rahmetli Özal koyu FB’li idi. Bana sık sık takılır; “Sen bir fıkara işçi çocuğusun. Kendini beğenen, halkın üstünde gören tiplere de gıcık kaparsın. Ne işin var, halktan kopuk aristokratların yönettiği GS’de” derdi. Ve çok da haklı idi. Zira GS’de sade vatandaşa yer yoktur. Ali Tanrıyar dışında (O da Özal’ın bacanağı olduğu için) halkın içinden çıkan bir başkanı yoktur. Tümüne yakını dış güçlerin Türkiye temsilcisidir. Kulüp dışında, Türkiye’yi de yönetme hakkına sahip olduklarını sanmaktadırlar. Tüm darbecilere (son Gezi ihaneti dahil) destek vermişlerdir. Kulüpte, inançlı futbolcuların olmasını hazmedemezler. Ve Ülkenin milyonlarca euro ve dolarını futursuzca israf ederler. Çilek transfer diyerek, kulübede veya tribünde oturacak kabızlara para harcarlar.
6- Peki Fatih Terim niçin gönderildi? Bu konuda, internette/ 26 Eylül 2013 tarihinde yayınlanmış, Ergün Diler’e ait “Terim’e Torpil” başlıklı yazıyı okumanızı hararetle tavsiye ederim;
a) Burada Torpil’den kastedilen; her işe karışmayı hak sayan, kendini GS’nin tek hakimi gören, İnan Kıraç’tır.
b) Selahattin Beyazıt, Ünal Aysal, hep aynı “Beyaz Türkler” lobisinin mensubudurlar. Kaldı ki, Ünal Aysal’ı başkan yapan da İnan Kıraç’tır.
c) Terim; Sn. Başbakana yakın olduğu için, doğrudan temas kurabildiği için harcanmıştır. (Adnan Polat da aynı gerekçe ile indirilmiştir. Arena Stadı’nın çıkışındaki yuhalama da aynı grubun eseridir.) Zira bu ekip için R.T. Erdoğan bir harcanması gereken hedeftir. Nitekim; Roschilld ve Rockefeller hanedanları da böyle istemektedirler.
GS tarihinde; M. Oktay, T. Şeren, G. Kılıç, C. Özarı, H. Şükür, F. Terim vb. kişiler daima yer alacaktır. Ama İnan Kıraç ve Ünal Aysal gibiler hiç hatırlanmayacaktır.