Toplumsal ayaklanmaların, devrimlerin hangi nedenle, ne zaman ve nasıl başlayacağını bilen bir sosyolog ya da politikacı henüz çıkmadı. Tunuslu bir sokak satıcısının kendini yakmasının tüm Ortadoğu’yu alt üst edeceğini, diktatörleri teker teker devireceğini kimse bilemezdi. 1916 Aralık ayında Lenin bile, “bizim kuşak büyük ihtimalle devrimi göremez” derken, üç ay sonra Çarlık Rusya’sının yıkılacağını, Tahran’ın gecekondu mahallelerinde başlayan direnişin İran Şahı’nın sonu olduğunu dünyada hiç kimse tahmin edemezdi. Ama toplumsal ayaklanmaların “hiç kimsenin tahmin edemediği” böyle bir karakteri var.
Yazıya böyle bir giriş yapmış olmam, Taksim Gezi Parkı direnişiyle başlayıp tüm Türkiye’yi saran eylemlerin AKP’nin sonunu getirdiğini ve bunun bir devrimle sonuçlanacağını söylemek istemiyorum. Söylemek istediğim, isyan ve ayaklanmaların genel karakterinin bizim coğrafya için de aynı olduğunu vurgulamak.
Adına TC denilen bu coğrafyada yaşayan insanlar yüz yıldır, askeri vesayet altında ve özgürlüklerinden yoksun kaldılar. Kimi Ermeni, kimi Kürt, kimi Alevi, kimi sosyalist, kimileri dindar oldukları için zulme uğradılar. Askeri darbeler, bazen seçilmiş başbakanı, bazen gençleri ipe çekti. Binlerce aydını zindanlara doldurdu, sürgünlerde öldürdü. Özgürlüğünü hiç kullanamamış halk, askeri vesayeti gerileten, otuz yıldır Kürt halkının inkarı nedeniyle süren ve toplumu kirleten savaşa karşı adım atan şimdiki hükümete büyük bir destek verdi. İlk kez bu hükümet farklı yaşam tarzına, farklı sosyal sınıflara, farklı din ve kültürler sahip insanların desteğini aldı. Ama onlar bu desteği, sıradan insanların demokrasi ve özgürlük özlemlerini genişletip kökleştirmek için kullanmak yerine, kendilerinden öncekilerin yaptıklarına benzer biçimde, onları oraya getiren insanlara karşı, mağrur ve kibirli bir güç olarak kullanmayı tercih ettiler. Bir kez seçildiklerinde, “kimseye sormadan, kimseye hesap vermeden” her istediklerini yapabileceklerini düşünmeye başladılar. İnsanların ne zaman içki içeceklerine kurallar koyup, kaç çocuk yapmaları gerektiğini “telkin ederek”, özel yaşamlarının içine girdiler. Çalışanların sendikal ve sosyal haklarını yok eden taşeronlaşmayı yaygınlaştırarak –tersanelerde olduğu gibi- iş cinayetlerinin yaygınlaşmasına seyirci kaldılar. Milyonlarca yıldır özgür akan dereleri para babalarına tahsis ederek, insanları mağdur, doğayı tahrip ettiler. Medeni dünya atom enerjisini tasfiye ederken onlar yeni santrallerin temellerini attılar. Genç kuşağın emekli olma hakkını mezara yakın bir tarihe erteleyip umutlarını kararttılar. Kendilerinden öncekilerin oluşturduğu ve her tarafından pis kokular yayılan adalet sistemini düzelteceklerine, günleri sayılı kanser hastalarını, seçilmiş milletvekillerini, belediye başkanların bile cezaevlerinde tutarak, adalette keyfiliğin sürmesine aldırmadılar. Ve en vahimi, tüm bunların toplumda nasıl bir öfke biriktirdiğini göremeyecek kadar iktidar ve güç sarhoşu haline geldiler. Şu anki hallerine bakılırsa, bu öfke patlamasından da pek bir şey anlamışa benzemiyorlar.
Onlar anlar ya da anlamaz, bunu bilemem, ama bugünden sonra bu coğrafyada artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Artık bu topraklarda yaşayan insanlara rağmen her akıllarına geleni gerçekleştiremeyeceklerdir. 2013 Mayıs ayının son ve Haziran ayının ilk günleri yeni bir dönem başlatmış, demokrasi ve özgürlük kapılarını daha çok aralamıştır. O kapıyı tekrar kapatamayacaklardır. Şimdi söz bizde.