Osmanlı 600 yıl boyunca hükmettiği tüm topraklarda İslam adaletine binaen barındırdığı 72,5 millete adaletle hükmetmiş, asla zulmetmemiştir. Hz Davut’un payitahtı, Kuran’ın Kerim’de “Çevresini Mübarek Kıldığımız” denilen yer, semavi dinlerin kutsal mekânı, dünyanın kanayan yarası Filistin…
Filistin’in yakın tarihteki geçmişine bir göz atacak olursak;
Ürdün’ün Karameh kasabasında, El-fetih karargâhını ele geçirip yok etmek amacıyla yola çıkan İsrail birlikleri, tüm silah ve teknoloji üstünlüğüne rağmen Filistinli gerillalar tarafından geri püskürtülür. 1968’te gerçekleşen Karameh Savaşı, Filistinlilerin İsrail’e karşı kazandığı en büyük askeri zaferdir.
20’nci yüzyıla damgasını vuran bir davayla, bağımsız bir Filistin Devleti için ömrünün sonuna kadar direniş gösteren Yaser Arafat; Karameh Savaşı’ndan sonra yıldızı parlayınca Mısır lideri tarafından himaye edilerek Sovyet Birliğine götürülmüş, uluslar arası arenada boy göstermeye başlayınca da bütün Filistin örgütlerini aynı çatı altında toplayan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün başına geçmiştir.
Yaser Arafat’ İsrail topraklarına düzenlediği vur-kaç eylemlerinde, bizzat yer almış,1987’de, Filistinliler direniş için sokağa döküldüğü İntifada, Arafat, tarihi bir adım atmış, 1988’de Filistin Devleti’nin kurulduğunu ilan etmiştir. Düzenli bir orduları olmadığı için dünya kamuoyunda terörist olarak ilan edilseler de Arafat ‘teröre karşı olduğunu’ her fırsatta dile getirmiştir.
Mal varlığı çok olmasına rağmen o dünya malından feragat ederek yıkık dökük bir karargâhta yaşamını sürdürmüş, ‘Vatani elinden alınmış halk savaşmak zorundadır’ diyerek, intifada adı verilen, Filistinlilerin 1987’de işgalci siyonistlere karşı başlattıkları taş atma eyleminde ve 2000 yılında İnsan kasabı Şaron’un Mescidi Aksa’yı kirletme teşebbüsünde bulunması üzerine yeniden patlak veren halk hareketinde, halkıyla birlikte özgürlük için taşlı sopalı direniş göstermiş şerefli bir liderdir.
Kimileri onun hain olduğunu düşünse de, hüsnü zan esastır diyerek; bütün hayatını vatanını müdafaa etmeye adamış, İsrail’e karşı her zaman onurlu bir duruş sergileyerek asla taviz vermemiş, halkıyla birlikte bizzat sokaklarda savaşmış bir liderdir Yaser Arafat, diyorum. Benim bile daha 6-7 yaşlarında, kardeşimle beraber Trablus sokaklarında destek verdiğimiz mazlum Filistin halkının onurlu önderidir. Ömrünün son günlerine dek İsrail güçleri tarafından Batı Şeria’nın Ramallah kentindeki Mukata karargâhında kuşatma altında, esir edilmiş ama teslim olmayacağını söyleyerek dimdik duruşundan asla ödün vermemiştir.
Bir yandan Filistinliler içinde büyüyen iktidar kavgasına, diğer yandan İsrail’in sürgün ve suikast tehditlerine meydan okumuş, hastalanıp kaldırıldığı hastanede vefat etmiştir. (Şahsen ben, Arafat’ın Ariel Şaron denen cehennem-ül zümera, tarafından hastanede zehirlenerek öldürüldüğünü düşünmekteyim.)
Daha 25 yaşında Kibya köyünde Filistinlilere yaptığı katliamla adını duyurup, bütün siyasi kariyerini mazlum Müslümanların kanını dökerek elde eden Kasap lakaplı Ariel Şaron yıllardır komada kaldığı hastanede insan suretinden çıkmış lanet olası suretiyle can çekişmekte ama ölememektedir. Hastalığının bir türlü teşhis edilememesini Amerikalı bir doktor bile ‘İlahi ceza’ olarak yorumlamıştır. Zulm ile abad olanın, sonu berbat olur!
1971’de Ürdün’ün, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü Ürdün’den çıkarması ve lider Ebu Ali Eyad’ın öldürülmesi üzerine El Fetih’in içinde kurulan silahlı Kara Eylül adındaki grup,
1972 yılında yapılan Münih Olimpiyat Oyunları’nda esir aldıkları 11 İsrailli sporcu Almanya’nın yanlış operasyonu sırasında ölmüştür.
Ezelinden beri var olan İsrail ve Filistin arasındaki husumet o günden sonra hiç bitmemiş, Filistin toprakları yıllarca akan kan ve gözyaşı ile mayalanmış ama hala hamur tutmamıştır.
Fikri zikri ve dahi niyeti bozuk olan İsrail’in (Allah’ın bütün laneti üzerlerine olsun), önderliğini Yaser Arafat’ın yaptığı El Fetih’e karşı, Hamas’ın örgütlenmesine destek olduğu iddiaları doğru değildir. İsrail’in niyeti Filistin halkını birbirine kırdırıp lokmaları rahat yemektir. Ama herkesin bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır.
1948 Savaşında Filistinliler İsrail’in işgal ettiği toprakları kurtarmışlar ama günümüzde olduğu gibi 1948 savaşında da yerli işbirlikçiler Filistin direnişine ihanet edip, savaşa müdahale ederek Filistin’i işgalcilere teslim etmişlerdir.
Arap dünyasında sol ve ulusçu akımların yaygınlaşması Filistin direnişini de etkilemiş,
bu etkilenmenin bir sonucu olarak da El-Fetih örgütü ortaya çıkmıştır.
Filistin’deki direniş ilk olarak sosyalist bir ayaklanma şeklinde başlamış olsa da sonraları Hamas’ın önderliğinde cihat anlayışına dönüşmüştür. 1948`de İhvan-ı Müslimin lideri İmam Hasan el-Benna`nın Filistin topraklarına, işgale karşı mücadeleye katılmaları için gönderdiği gençler tarafından kurulan Hamas, ilk İntifada ile birlikte Şeyh Ahmed Yasin liderliğinde resmen kurulmuştur. Filistin İslâmî hareketinin hedefi yalnızca Batı Şeria ve Gazze`deki İsrail işgaline son vermek değil, aynı zamanda İsrail devletini tamamen yok etmektir.
Filistin halkının şehitlik anlayışı ile bizlerinki tamamen farklıdır aslında. Filistin’de cebindeki 3-5 kuruş harçlıkla arkadaşlarına şeker alıp dağıtan çocuğun abisi şehit olmuştur mesela… Filistinli anneler oğullarını kendi elleriyle çatışmaya yollarlar, bir daha geri dönmeyeceğini bile bile… Filistin halkının canlarından başka kaybedecek hiçbir şeyleri yoktur, onu da vatanlarında İslami düzeni muhafaza etmek adına kayıtsız şartsız Allah’a teslim ederler. Filistinliler, Siyonist İsrail tanklarına ellerindeki sapanla taş atmaktan başka çareleri olmasa bile, dünya kaygısı içinde olmadıkları için hayatlarını ‘cihad ve direniş’e adamışlardır.
FKÖ lideri Yasir Arafat, 1987’de HAMAS’ın öncülüğünde başlatılan intifadada işgalcilere taş atan çocuklar için “küçük generallerim” demişti. Onun “küçük generallerim” dediği çocuklar bugün HAMAS’ın askeri kanadı durumundaki İzzettin Kassam birliklerinin saflarında mücadelelerini sürdürüyorlar. Ama bu kez karşılarında sadece işgalci askerleri değil aynı zamanda Arafat’ın “büyük generaller”ini yani özerk yönetim polislerini buluyorlar.(vahdet.com)
Gelelim 1. Dünya Savaşı esnasında Arapların Osmanlı’ya ihanet edip etmediği mevzusuna…
Öncelikle şunu herkes idrak etmeli ki, bir grup adamın ihanetiyle koskoca bir milleti yargılamak insanlığa sığmaz.
Bilinenin aksine ‘istisnalar kaideyi bozarlar’. Dolayısıyla tümevarım metoduyla elde edilen bir sonucun doğruluğunu ispatlayabilmek için çok sayıda örnek yeterli değildir ama yerleşik bir fikrin çürütülebilmesi için tek bir örnek yeterlidir.
Bugün Filistin’in yardım isteğini duymazdan gelen, geçmişin kinini güden faşist ruhlu insanlar şunu bilsinler ki; Arapların Türklere ihanet ettiği fikri, tümevarım yoluyla elde edilen bir kanaattir. Bazı araştırmacılara göre böyle bir yöntemle elde edilen kanaat bilim açısından zafer olarak kabul edilse de felsefe açısından skandaldır. Yani bir şeyin birkaç defa tekrarlandığında verdiği sonuç, bir sonraki tekrarlanışta aynı neticeyi vereceği anlamına gelmez, öncekinin sonucunu sonrakinin sonucu için zorunluluk oluşturmaz.
İngiltere’nin, Arapların Osmanlılardan ayrılarak bağımsız devlet kurmalarına yardımcı olacağını, kendisine de halifelik verileceğini vaat etmesi üzerine Kral Şerif Hüseyin denen adam, Filistin topraklarına Yahudilerin yerleştirilmesine ve bu topraklar üzerinde devlet kurmalarına imkân sağlamıştır.
İngiliz ajanları ile irtibat halinde olduğunu haber alan Sultan Abdulhamid, Şerif Hüseyin’i ailesiyle birlikte 1891de İstanbul’a davet eder ve 18 yıl boyunca bir daha da bırakmaz. Şerif Hüseyin karizmatiktir lakin zeki ve dirayetli bir devlet adamı olmadığı için kullanılmaya açık bir adamdır. Mustafa Armağan’ın yorumuna göre Sultan Abdulhamid’i tahttan indiren ittihatçılar, Şerif Hüseyin ve iki oğlunu serbest bırakmakla kalmazlar bir de yeni kurulan Osmanlı Meclisine mebus olarak alırlar. Şerif Hüseyin ve oğulları da casus Lawrence’in oyunlarıyla Osmanlıya karşı mücadeleyi örgütleyen,
Osmanlı askeri trenlerine ve demiryollarına sabotaj düzenleyen çetelerin başında bulunurlar. Kazandıkları İngiliz sterlinleriyle de Osmanlının Hicazdaki egemenliğine son verirler.
Kendisine ihanetinin karşılığında bütün Arap yarımadasının yönetimini vermeyi vaat eden İngiltere, sonradan şimdiki Ürdün topraklarına razı olmasını ister. 1948’te İsrail devleti kurulunca Filistin halkıyla Yahudiler arasındaki savaşa, Şerif Hüseyin’in oğlu zamanın Ürdün kralı Abdullah, aklı sıra Filistin halkına destek amacıyla İngiliz kumandan Glop Paşa’nın emrindeki ordusunu Filistin topraklarına sokar. Düzenli bir ordu olarak olaylara müdahale ettiklerini böylece Filistinlilerin dağınık bir mücadeleye devam etmelerine gerek kalmadığını söyleyen İngiliz Glop Paşa komutasındaki Ürdün ordusu, Filistinlilerin Yahudi işgalinden kurtardıkları bölgeleri ellerinden alıp, sonra oraları tekrar Yahudilere teslim ederler. İhanetleri bununla da sınırlı kalmaz ve Kral Abdullah’ın ölümünden sonra yerine geçen Şerif Hüseyin’in diğer oğlu Kral Hüseyin 1967 Haziran savaşında Bati Yaka’nın tamamını hiçbir direniş göstermeden Yahudilere teslim eder.
Hâsılı, Şerif Hüseyin ve zürriyeti sadece Osmanlı’ya değil Filistin halkına da ihanet etmişlerdir. Bu yüzden Şerif Hüseyin’in ihanetini bütün Araplara mal etmek olmaz.
1.Dünya Savaşı esnasında bazı Arap kabile şeflerinin Osmanlı’ya karşı savaştığı doğrudur ama şu hakikati unutmamak gerekir ki, İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından başlatılan Arapları ve diğer milletleri aşağılayan ve dışlayan uygulamaları da unutmamak lazım. Bu tür uygulamalara sebep olan da, senelerce bizlere milliyetçilik sıfatının arkasından saçma sapan düşmanlıkları dayatan da özünde emperyalist güçler ve onların bu tür yollarla nemalanma arzularıdır.
Ölümünden yaklaşık bir sene önce bir Türk televizyonunda Mithat Bereket’in ”Türkiye’den ne bekliyorsunuz ?” sorusuna:
Ebu Ammar (Yaser Arafat): ”Bu topraklar en son Osmanlı zamanında gün yüzü gördü. Osmanlıya herkes gıptayla bakıyor, bu toprakları sorunsuz yönetmek gıpta edilecek bir beceridir. Bunu nasıl başardınız? Ama ne zaman siz buralardan gittiniz, Filistin sorunu o zaman başladı. Arap kardeşlerimiz bile bize ihanet etti. Filistin’in toprak tapusu hala sizde. Bu toprakları adam edecek birileri varsa onlar da Türklerdir. Bizden yana umutlanmayın. Filistin’in bağımsızlığını dünyaya kabul ettirecek tek ülke Türkiye’dir.” yanıtını vermiştir.
Geçtiğimiz günlerde Gazze’de halk sokağa dökülmüş ve Türkiye’ye yardım çağrısında bulunmuştur. Filistinlilerin zamanında Osmanlı topraklarını İngilizlere peşkeş çektiklerini ve şimdi de ihanetlerinin bedelini ödediklerini söyleyen bazıları, aman be sendecilik oynayarak kulaklarını tıkıyorlar…
Sui misal emsal teşkil etmez!
Yahu bu nasıl bir vicdan bu nasıl bir insanlık anlayışıdır?
Elinizdeki bir bardak süte kıl düşerse gider o sütü dökersiniz ama bir daha süt içmemeye yemin etmez, süte de lanet etmezsiniz, öyle değil mi?
Osmanlı topraklarına sırf çıkarları için ihanet eden 3-5 sütü bozuk hain yüzünden siz, nüfus cüzdanında dini İslam yazanlar, Allah’a inanlar, nasıl olur da Filistin halkının yaşadığı zulmü görmezden gelebilirsiniz?
Bizler ne kadar günah işlesek de Allah bizlerin rızkını veriyor ama değil mi?
Uygulanan rejimle halkı birbirinden ayırmak lazım ki masum insanlar, ufacık bebekler kanlı gözyaşı dökmesinler.
Diğer Arap ülkelerinin Filistin’e karşı umursamaz yaklaşımından dem vuranlar; size ne Araplardan? Bizim atalarımız yüzyıllarca din, dil, ırk gözetmeksizin bir arada huzurla yaşadılar. Teşbihte hata olmazsa, köpeğin hatırı yoksa sahibinin de mi hatırı yok?
Bugün olduğu gibi dün de Yahudiler Avrupa’da “Ermeni Meselesi”nde Türkiye’yi destekleyecek, Osmanlı’nın Avrupa’daki borçlarını ödeme girişiminde bulunacak, hatta 30 milyon sterlini bulan tüm Osmanlı borçlarını Filistin’e karşılık tasfiye etme ve ödeme girişiminde bulunacaklardı. Hiç olmazsa Hayfa dâhil Akkâ sancağı kendilerine verilmeliydi. Fakat Osmanlı yetkilileri, buna karşılık, Yahudi girişimcilere ekonomik bazı imtiyazlar verebileceklerini, ama asla Filistin’i vermeyeceklerini söylüyorlardı. Washington’daki Osmanlı Büyükelçisi Ali Ferruh Bey, 24 Nisan 1899’da bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte “Ceplerimize milyonlarca altın doldursalar, hükümetimiz Arap memleketlerinin hiçbir bölümünü satmak niyetinde değildir” diyordu. Ali Ferruh Bey aynı beyanatında, Filistin meselesinin ekonomik değil, siyasî bir mesele olduğunu, bu nedenle de Maliye Nezareti’ni ilgilendirmediğini söylemişti.(mim kemal öke)
2. Abdülhamit’in, devlet hazinesinden değil bizzat kendi cebinden para vererek aldığı topraklardır Filistin toprakları. Aslına bakacak olursa manevi olarak Osmanlı’dan kalan emanettir Filistin.
Tarihi kaynaklarda Filistin halkının veya halktan birilerinin ihanetine değil yönetimdekilerin ihanetinden bahsedilir. Filistinlilerin topraklarının büyük kısmını zamanında İsrail’e tarım arazisi şeklinde sattıkları iddia edilir ama sözü edilen arazilerin satılması da kuvvetli ihtimalle herhangi bir aracılık işlemiyle değil “mirî arazi” uygulamasıyla gerçekleştirilmiştir. Zira o dönemde Filistin’in geneli mirî arazi hükmündedir ve Devlet yetkilileri istediklerinde bu arazilere el koyup devir işlemi yapabiliyorlardı.
Halktan birinin de devletin kabulü olmadan arazi satmasına imkân yoktu. Zaten Sultan II. Abdülhamid’in Filistin’de Yahudilerin mülk edinmelerini engelleme amacıyla tedbir alması da bu sebepten ötürü olmuştur. Dolayısıyla o dönemde yapılan satış işleminden dolayı halkı, halktan birilerini suçlamaya imkân yoktur. Yani 1917 öncesindeki satışlarda ihanet edenler halktan birileri değil yöneticilerdir. Sultan II. Abdülhamid, yöneticilerin ihanetlerini önlemek için kontrolü sıkılaştırmış ama sonraki dönemlerde bu kontrol gevşemiştir. Bu kontrolün gevşemesine sebep olan ise İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir.
Filistin’in hiçbir metre karesi İsrail’in falan değildir. Lobicilik ve yapay göç gerçekleştiren Siyonistlerin bu topraklarda damdan düşercesine devlet kurmuş olmaları, bu topraklar üzerinde hak talep etmelerini asla meşru kılmaz.
Yıllarca Osmanlı’nın tebaası olan Filistin topraklarında bugün vatanlarını müdafaa etmek için her gün ölümle iç içe yaşayan halkı yalnız bırakmak ecdadımızın hatırasına saygısızlık olur. Müslüman’ın Müslüman üzerinde hakkı vardır ve Filistinliler orada haykırarak yardım isterken, buna tepkisiz kalmak merhameti ve Allah korkusu olan insana yakışmaz.
“Bizim Filistinlilerle bir sorunumuz yok, biz terör örgütü HAMAS’ı vuruyoruz” diyen aşağılık İsrail, Filistinlilerin üzerine onbinlerce ton bomba yağdırıp, bunu da `kendini savunma’ olarak kamuoyuna açıklayabilir. Filistinlilerin yaptığı el yapımı roketler ise `İsrail halkını terörize eden kabul edilemez` bir saldırı biçimidir, değil mi?
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Yahudilere zulmeden Avrupa olmasına rağmen, bunun bedelini ödeyen de Filistin halkı olmuş, toprakları ellerinden zorla alınmıştır.
İsrail, BM haklarında çıkan Birleşmiş Milletler kararlarına da uymamaktadır. Benzer bir durumda Müslüman olan bir devleti alaşağı edecek olan ABD ve İngiltere, İsrail’e karşı sessiz kalmaktadır…
Lütfen biz zulmü alkışlamayalım, gelenin keyfi için geçmişe sövmeyelim!
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize? eğer
Birbirinden muteferrik bu kadar akvamı,
Aynı milliyetin altında tutan islam’ı,
Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir.
Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir…
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez..
Son siyasetse bu! Hiç böyle siyaset yürümez!
Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.
Siz bu davada iken yoksa, iyazen-billah,
Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah.
Diye dursun atalar: ‘Kal’a içinden alınır.’
Yok ki hiç bir kişiden… Millet-i merhume sağır!
Bir değil mahvedilen devlet-i islamiyye…
Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye.
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukca yürekler, onu top sindiremez.
Bırakın eski hükümetleri meydandakiler
Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa
Sayın Zehra ULUCAK,
Bir yazı “güzel” ise okunurken keyif alınır ya da faydalanılır. Çok az yazıdan hem faydalanma hem de keyif alma söz konusudur.
İsrail bugüne dek BM tarafından alınan hiçbir kararı tanımamıştır. ABD’de vetolarıyla destek sunmaktan imtina etmemiştir. Özgür, demokrat, adalet dağıtma! derdinde olan uygar dünya da bunu en fazla “kınayarak” geçiştirirler.
Bizler de birşey yapamamanın ezikliğiyle kermesler düzenliyoruz. Konu ile ilgili ORTADOĞU ve SAVAŞ I-II yazılarımda da değinmiştim; Onur mücadelesinden çark edenler bahanelerini de bulurlar.
Saygılar.
Sevgili Zehra,
Bu ansiklopedik ve akademik bir araştırma olmuş. Konunun okunma insicamı bölünmesin diye tek bir günde neşrettik. Tefrika şeklinde çıksaydı şeklen güzel olurdu ama yoğunlaşma kaybolurdu.
Emeğine sağlık, keyifle okudum ve çok ta faydalandım. İmkanımız olsa, yazının Arapça çevirilmiş halini de yayınlarız.
Kaleminin gittikçe güçlendiğini ve keskinleştiğini görmek beni mutlu ediyor.
Şunu du bilmeni isterim ki, gazetemiz, Tercüman-ı Avhal veya Tasfir-i Efkar dan farklı değildir.
Aynı zaman içinde yaşadığımız için bunun farkında bile değiliz. Esenlikle.