Günlerdir acımız devam ediyor. Birlik olmaktan uzaklaştığımız her olay sonrasında yeryüzü ayağımızın altından kayarak aramıza ayrık otları ekmeye çabalayanlara bir kez daha ayaklarımız altındaki toprağın sahibi olmadığımızı hatırlattı.
Kısacık ömrümüzde didişmeleri bırakıp herkese yetecek kadar geniş olan yeryüzünü bölmeye ve sahiplenmeye çalıştığımızda, O bize her defasında gerçek sahibin kim olduğunu göstermek için davranıyor.
Şehitlerimiz için yanan kalbimiz şimdi de deprem şehitleri için yanmaya başladı. Ne yana dönsek acı… Son günler gerçekten de ülkemiz için zordu…
Klasik bir pazar sabahına uyanıp televizyonları öğle sonrası mahmurluğunda açtığımızda her birimiz Van’daki deprem haberini almış oldu.
Kimimiz maillerine bakarken ya da sinemadan çıkışta gelen telefonla, kimimiz “Haberlere göz atayım.” diye televizyona dokunduğumuzda…
Her birimiz kendi halimizde yaşayıp giderken ve incir çekirdeğini doldurmayacak şeyleri birbirimiz acıtmak için biriktirirken, duyduk ki deprem olmuş ve insanlar ölüyor. Yaramız kanıyordu inceden inceye ama şimdi bir başka acı daha açılmıştı kalbimize.
Kendi hayatlarımızın kontrolünü kendi ellerimizde sanırken, en güvendiğimiz toprak sallanarak “Bana güvenmeyin, ben sağlam değilim!” deyivermişti işte yine.
Bir illüzyon olarak yaşadığımız gerçeklikten uzak yaşamlarımız, ölüm karşısındaki çaresizliğimizi yeniden hatırlattı hepimize.
Akşamdan evin önüne park edilen arabalar kapının önünde durmaktayken, park edenler ortada yoktular artık. Dün akşam ders notlarında gezinen gözler, notlar ortalığa saçılmış rüzgârda uçuşurken neredeydiler?
Kendi sonumuzu gördük, bir başkasının acısında. Aynı acıyı yaşayabilme ihtimalinin uzakta olmadığını bir kez daha fark ettik.
Bir ölümlü canlının henüz ölüme teslim olmuş olana acıması paradoksuna teslim olduk sonrasında.
Her an ölmekteyiz ve bir gün bu dünyadan ruhumuzu da alıp gideceğiz. Bir kez daha hatırladık… Daha sık hatırlamamız gerektiği halde, hep bastırmaya çalışarak yaşamaktan yorulmuş aklımızla yine hatırladık…
Daha anlamlı yaşamanın ertelenemeyeceğini unutmadan yaşamalıyız belki. Çok geç olana kadar beklemeden, daha hikmetli yerleşim yerleri inşa etmeliyiz. Çocuklarımız hep aynı yerden vuruluyorlar yoksa. Birbirimizi hala yaşarken affedebilmeliyiz.
Birlik olabilmek için büyük acılar yaşamayı beklemeden insan olduğumuz gerçeğinde buluşabilmeliyiz. Hangi milletten olursak olalım, ölüm geldiğinde fark etmiyor çünkü. Kanımızın rengi milliyetimize göre farklı akmıyor.
Yanımızda olan da yakınımızda duran da… Yardım etmeye çalışan da, yardım isteyen de ne Türk olmakla ilgileniyor ne de Kürt olmakla. Önemli sandıklarımızın ne denli önceliksiz olduğunu fark etmek için daha ne kadar hatırlatıcıya ihtiyacımız var ki?
Acılarımızı paylaşmak acıları azaltır. Hakikatleri anlatmak ruha iyi gelir. Yaşananlardan ders almak geleceğin daha güzel olmasına hizmet edebilir. Güzel ülkemizin zor günleri ve bu günler içimizden geçerken sahipsiz olmadığımızı bilmek, sabırla ve umutla geleceğe yüzümüzü dönerek “Bizler bu topraklarda ebedi değiliz, sadece emanetçiyiz ve dahi misafiriz!” diyerek acılarımıza merhem sürebiliriz diye düşünüyorum. Hatırlayarak ve unutanlara hatırlatarak…
Ve son olarak Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dediği gibi, bütün ruhumuzla“İnna lillahi ve inna ileyhu raciun” yani “O’ndan geldik O’na döneceğiz” diyebilmeliyiz.
nazli@nazliozburun.com