benim gibi
sevmez karanlığı o da
güneşe de hayır demez
aya da…
H.E.
Şu Japonlar’da zerre kadar akıl yok!
Neden mi?
İlk ve orta dereceli okullarına “yapay zekâ” dersi koyuyorlar da ondan… Çok gereksiz, çok anlamsız!..
Ne demekmiş, yapay zekâ? Gereksiz bir dersle çocukların kafalarını şişirecekler! Yazık değil mi, o gencecik beyinlere!
Be mübarekler! Hiç değilse bizi örnek alsanız ya! Bakınız, “çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak için” ne yapıyoruz?
Gâvur bu Japonlar! Ve bizden çok uzaktalar. Haberleri yoktur belki. Yazıp söyleyelim de duysunlar, öğrensinler! Hayrına tabii. “Balık bilmezse, halik bilir” demiş atalarımız.
Ey Japonlar! Ey Japon Milli Eğitim Bakanı!
Bırakın, boş işlerle uğraşmayı da beni dinleyin biraz. Biz kısa bir süre sonra, kafaları ve gönülleri Müslümanlık güneşiyle aydınlanmış sakallı, sarıklı ve cübbeli hocalar atayacağız okullarımıza.
Ne mi yapacak onlar?
Çocuklarımızın kafalarını ve gönüllerini açıp din bilgisi ve İslam inancıyla dolduracaklar. Herhalde, Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları kitabında yazdığı gibi, Ruslar’ın Deli Petro’sunu örnek göstermeyecekler.
İngiliz, Fransız, Alman delilerini, bilim adamları ve devrimcilerini de değil, ABD’li, Çinli, Kübalı delileri de…
Kimi ya da kimleri örnek göstereceklerini çok iyi bilen bilinçli, uyanık, göğsü îman dolu “hoca”lar olacak onlar. Ben insanlık görevimi yapıp haber veriyorum. Gerisi sizin bileceğiniz iş!
Şimdi Ziya Gökalp’le birlikte olma zamanı artık. Der ki sevgili düşünürümüz:
“Bir devletin başka bir devletle yarışabilmesi, bağımsızlığını koruyup onurlu bir duruş sergileyebilmesi için aynı silahlarla donatılmış olması gerek.”
Nasıl hayır denebilir bu yargıya? Dolayısıyla yurdumuzu, bağımsızlığımızı, onurumuzu korumanın tek yoludur bu.
Evet, evet “Bilimde, askerlikte, hukukta, tarım, endüstri ve ekonomide en az başka ülkeler kadar güçlü olmak zorundayız.”
Öyleyse uygarlıkta en az çağdaş ülkeler kadar, dahası onlardan da üstün olmaktan başka çare yok. Bu hedefe ulaşmanın tek yolu var: Din, iman, cennet, cehennem tartışmalarıyla oyalanmadan çağdaş uygarlığı benimsemek…
Gökalp’in Türkçülüğün Esasları’nı yazdığı yıllar 20. yüzyılın ilk çeyreğidir. Özellikle o yıllarda çağdaş uygarlığın öncüsü Avrupa olduğundan, “Tek çâre, amasız ve fakatsız Avrupa uygarlığını tam olarak benimsemektir.” der; sevgili düşünürümüz.
Gökalp’ten bu yana 100 yıl geçti, biz hâlâ tam olarak giremedik bu uygarlığa. Sözde kendimizi her ne kadar Avrupalı sayıyorsak da, Avrupalılar, “Hayır, siz hâlâ tipik bir Ortadoğu ülkesisiniz.” diyorlar. O nedenle nerdeyse 40 yıldır Avrupa Birliğine girme arzumuzu yineleyip duruyoruz ama onlar:
“Hay hay! Buyurun gelin, memnun oluruz.” demiyorlar. Haksızlar mı?
Evet bir Irak, Suriye, Suûdi Arabistan ya da İran, Afganistan, Pakistan değilsek de bir Avrupa ülkesi gibi olamadık ne yazık ki!
Der ki Gökalp, “Batı uygarlığı bilimde, tıpta olduğu gibi güzel sanatlarda da bölümleri dalları ayırmış, böylece insanların uzmanlaşmalarını sağlamıştır.” Biz bu yola değerli düşünürümüzden çok sonraları girebilmişiz ama o da tam değil.
Avrupa uygarlığını benimsemek mecburiyetimizi şu gerekçeyle açıklar düşünürümüz:
“Onlar uçak, tank, zırhlı otomobil, zırhlı gemi ve her türlü modern savaş araç ve gereçleri üretirken, biz onlarla kılıçla, tüfekle başa çıkamayız.”
Zaten geçen 300 yılda başa çıkamadığımız için Viyana önlerinden Ankara yakınlarına kadar kovalayıp durmuşlar bizi. Yine de gelmemiş aklımız başımıza. Yine de bilime ve bilim insanlarına değil, sözde din adamlarının yalanlarına inanmaya devam etmişiz.
Şunu kesin olarak bilmeliyiz ki artık, bilimden geçmeyen yolun sonu karanlıktır; hem de koyu karanlık…
Hüseyin Erkan
0535 612 93 62
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr