Araştırmacı yazar Nayim Gül’ün kitabıyla ilgili bu, ikinci yazım.
Birinci yazımda(22 Mayıs 2024, yazarportal.com); kitabın amaç, kapsam ve yöntemini belirtmiştim.
Kitabın sadece tarihsel öneminden değil, günümüzle bağlantılı olarak eğitim, bilim ve siyaset felsefesi açısından da çok önemli olduğunu vurgulamıştım.
Bu felsefeler dünya görüşüne, o da “insan anlayışımıza” bağlıdır.
Yazarın bu eserinde diyalektik ve tarihsel bir yaklaşımla konularına yöneldiğini varsayabiliriz.
Örneğin; “Toplumsal gereksinimlere yanıt arama özelliği tüm inançların temelidir.”(sayfa 17)
Bu saptama yerindedir. Sağlam bir bakış açısı söz konusudur.
Çünkü ihtiyaçlar keşfin, yeniliğin, yaratıcılığın temel dinamiklerinden biridir.
Yazar; sunum’da, “eğitim kurumlarındaki “tarih ve din kültürü-ahlak” derslerinde yanlış ve eksik bilgiler verildiğini…inançların nasıl ve niçin ortaya çıktığının nesnel bilgilerinin verilmediğini…islam sünni mezhebine ait dogmatik inanç ve ritüellerin-makyajlanmış- aktarımı”nın yapıldığını, bu meyanda verilen eğitimin din bilgisi olamayacağını, olsa olsa dogmatik bir aktarımın söz konusu olduğunu…ve kolay yönetilecek yurttaşlar yetiştirmek amacıyla bilinçli olarak yapıldığını…” belirtmektedir.(sayfa 14-15)
Yine sunumun aynı sayfasında, “…bugün okullarımızda, dogmaların bilim dersleri üzerinde kurduğu yoğun bir baskı vardır…” denilerek bize gerek bilim, gerekse eğitim ve siyaset felsefeleri açısından tartışmaları derinleştirme olanağı vermektedir.
Güncel olan “…maarif modeli” açısından konuyu irdelemeye kalksak sayfalar yetmez, ama özü şu; biz gençlere; bilimsel bilgiyi bilimsel olmayan bilgiden nasıl ayıracağımızı öğretmeyecek miyiz, eğitimin amacını saptarken, nasıl bir insan anlayışımız olduğunu ve bunun da bilimsel tarihsel ve diyalektik yaklaşıma dayanması gerektiğini anlatmayacak mıyız?
Hayatın böyle işlediği kaç kez kanıtlandı?
Bilim felsefesi olmayan bir üniversite, eğitim felsefesi olmayan bir ilköğretim ve siyaset felsefesi olmayan bir toplumsal yönetim olabilir mi?
İbraniler, Fenikeliler ve Arapların aynı kökenden-Samiler- geldiği vurgulanıyor, sayfa 42’de.
Bugün niçin İsrail –Filistin savaşı var o zaman?
Acaba İsrail’in arkasında ABD emperyalizmi olmasa, başka yerde savaştırılan devletlere silah tüccarları destek vermese çatışmalar yine de devam eder mi?
İşte;
Bu yapıt bize mitlerin, dinlerin, ritüellerin hangi baskıcı yönetimlerce niçin ve nasıl kullanıldığını tarihsel örnekleriyle sergilemektedir.
Edebiyattan- siyaset bilimine, tarihten insan psikolojisine, ekonomi politikten-felsefeye ve sosyolojiye dek çok sayıda disiplinle yolu kesişen bir özelliği var Nayim Gül’ün bu çalışmasının..
Bir yapıtın değerlendirilmesinde öncelikle bu boyutların bütünselliğine bakılır.
Bu yapıtta bu bütünselliğe yaklaşan bir eğilim görmekteyiz.
Batıl inançlar insanları pasifleştiriyor.
Aztekler ülkelerine gelen saldırgan İspanyolları, “…kaybolup giden tanrılarının geri dönüşü” olarak algılayıp saygı göstermişler, sonrası İspanyolların yaptığı toplu kıyımlardır.(sayfa 48)
Yazar; “Mit”i, “…kızdırılan Tanrının doğal felaketler vererek insanları cezalandırmasına inanılması…” diye tanımlamakta, bunu durdurmak için tanrılara insan ya da hayvanlardan kurban sunmak davranışına da “Rit-ritüel” demektedir.(sayfa 57)
Alevi-Bektaşilik, “…muhalif islamın felsefi sentezi” olarak tanımlanıyor.(sayfa 63)
Bu konunun yetkin uzmanlarından biri sayabileceğimiz Irene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar isimli kitabında iki kavramı birbirinden ayırmaktadır.(sayfa 29)
Yine Rıza Yıldırım’ın, Aleviliğin Doğuşu, Kızılbaş Sufiliğinin Toplumsal ve Siyasal Temelleri 1300- 1501 isimli kitabında da Kızılbaş-Aleviliğinin toplumsal ve siyasal temellerinin belirlenmesi hedeflenmiştir.(sayfa 23)
Çünkü Profesör Rıza Yıldırım da, “…dini şartların temelinde toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel dönüşümlerin yattığı görüşünden…” hareket etmektedir.
Nayim Gül de kitabında, yer yer özellikle sayfa 112’de, yönetimlerle dinsel ve inançsal algıların ilişkilerini toplumsal temellere bağlama eğilimi göstermektedir, ancak, çalışmasının kaynakçasında yukarıda adı verilen uzmanların yer almadığını saptadık.
Bu eleştiri yazarın bakış açısına değil, konuyu gelecekte ekonomi politik açılımlara doğru genişletebileceği önerimize ilişkindir.
Gerçekten de dinsel inanç ve benzeri algıların tarihsel süreç içinde bilimsel diyalektik bir bakış açısıyla incelenerek temellendirilmesi doktora düzeyinde bir çalışma olabilir.
Üretim biçimleri açısından bakıldığında tüm bu mit-rit ve dinsel algılar hep ilkel komünal, avcı-toplayıcı ve köleci toplum dönemlerinde başlayıp geliştirilmiştir.
Feodal döneme bazı uzantıları olsa da milattan sonra 600-650 yıllarından sonra yeni bir din biçimlendirilmemiş, daha önceki inanışlar feodal, kapitalist ve bu günkü emperyalizm çağında da devam etmiştir.
Yazar Nayim Gül kitabının sonlarına doğru aklın ve bilimin zaferi başlıklı yazısıyla da aslolanın “çağdaş akıl, teknoloji ve bilim” olduğunu, doğanın tüm bilinmezlerinin zaman içinde bilimsel yöntemle açıklanabileceğini öne sürerek, bizi tarihsel- bilimsel ve diyalektik bir bakışa davet etmektedir.
Bir kitabın nesine bakılır?
Öncelikle, felsefesine,tarihsel, toplumsal ve diyalektik yapısına, insan anlayışına, ekonomi –politiğine, gelecek psikolojisine(umut ve direnme gücü aşılıyor mu) ve anlatım gücüne, estetik kurgusuna ve sayılan bu disiplinlerin bütünlüğüne..
Mitler-Ritler Dinler ve Yönetimler başlıklı bu çalışma yukarıdaki boyutlar ve ölçütler açısından olumlu bir düzeyi yakalamıştır.
Geleceğin psikolojisine iyi-doğru ve güzel yönde katkı sunacaktır.
Biz de yazarın gelecek umutlarına katılarak kendisini bu ilginç, çok yönlü, hem tarihsel hem güncel, değerli yapıtı için yeniden kutlar, yeni çalışmalarını sevgiyle bekleriz..