Bu yazıda, bilim ve teknolojinin bir toplum için ifade ettiği öneme işaret edilerek, bu konuda “her şeyden önce” atılması gereken bazı adımlar üzerinde durulacaktır. Burada öncelikle göz ardı edilmemesi gereken gerçek, hiçbir toplumun bilimde ve teknolojide gerekli ilerlemeyi sağlamadan diğer toplumlarla rekabet edemeyeceği keyfiyetidir!
Ama önce, konunun tarihsel arka planına kısaca bir göz atmak lazım. Tarihte, Doğu medeniyetlerinin Batıya karşı üstün oldukları dönemler, Batılı toplumların, Orta Çağ (M.S. 476’da Batı Roma İmparatorluğu’nun çökmesinden, 1453 yılında Bizans Devleti’nin yıkılmasına kadar süren yaklaşık bin yıllık dönem) karanlıklarında, kaynaklarını ve toplumsal enerjilerini yitirmekte oldukları zaman dilimini kapsar.
İstanbul’un fethinden (1453) sonra, Doğu ülkeleriyle olan ticaret yollarının tümüyle Türklerin kontrolüne geçmesi, Batılı toplumları adeta yok olma riskiyle karşı karşıya getirmiş ve onları bir “var olma-yok olma”sürecine sürüklemiştir. Bu süreçte (15. ve 16. yüzyıllarda) gerçekleştirilen coğrafi keşifler ile Rönesans ve Reform hareketleri Batı toplumlarının bilimsel düzeylerinin yükselmesini de sağlamıştır.
Başta Türkler olmak üzere, o günkü mevut halleri ile tüm Dünyaya meydan okuma gücünü kendilerinde gören Doğulu toplumların (yaşamak için pek ihtiyaç duymadıklarından olsa gerek), bilimde gerileme sürecine girdikleri ve nihayet, 17. yüzyıl ortalarından itibaren de, üstünlüğün Batıya geçmeye başladığı fark edilememiştir.
17. yüzyıl başlarından itibaren Batılıların elde ettikleri askeri başarıların arkasındaki (temelini bilim ve teknolojinin oluşturduğu) yeni Avrupa kültürü, Doğulu ülke aydınları tarafından görülememiş ve bugüne kadar da yeterince analiz edilememiştir. Batılıların askeri başarılarının kaynağının, sadece “teknolojik ilerleme” olduğu zannedilmiştir. Neticede, Japonya’daki Meiji Hareketi (1867′de tahta çıkan imparatorHirohito M eiji‘nin, 1868’de çıkarılan Anayasa ile başlattığı restorasyon süreci) bir tarafa bırakılacak olursa, diğer Doğulu ülkelerdeki Batılılaşma girişimleri sırasında, sadece Batıdan teknolojinin alınması ile sorunun çözülebileceğine dair fikirlerden öteye geçilememiştir. Nitekim, o dönemde Osmanlı Devletinde görülen modernleşme çabaları da, ancak bu çerçevede kalmış ve Batı karşısında bir daha rekabet şansı elde edilememiştir.
Demokrasinin geçerli olduğu siyasi sistemlerde, kamu gücü ve kaynakları kullanılarak gerçekleştirilen işlerin gerekçeleri ve sonuçları hakkında toplumun bilgilendirilmesi “olmazsa olmaz” bir zorunluluktur. Ayrıca, bu bilgilendirmenin zamanında yapılması ve toplumun ortaya koyduğu önceliklerin doğru tespit edilmesi gerekir. Mesela, bilim ve teknolojinin ne derece önemli olduğunun, bilimsel ve teknolojik araştırma-geliştirme (şimdilerde buna kısaca “AR-GE” diyorlar) faaliyetlerine her zaman ağırlık ve öncelik verilmesi gerektiğinin, dahası, diğer toplumlara karşı rekabet gücüne sahip olabilmek için bunun olmazsa olmaz bir konu olduğunun, toplumun tüm kesimleri tarafından yeterince anlaşılması lazımdır.
Toplumun, bilim ve teknoloji konusunda yeterince bilinçlendirilemediği ülkelerde, mesela bilimsel ve teknolojik araştırma-geliştirme faaliyetlerine önem ve öncelik veren siyasi kadroların müteakip seçimlerde başarı sağlamaları ve iktidara gelmeleri hiç de kolay olmamaktadır. Aksine, “toplumsal yaşama kısa vadede konfor getirebilen”, ancak, zamanın ve ülke kaynaklarının heba edilmesine yol açan uygulamalara öncelik veren politikacılar kolayca iktidara gelebilmektedirler. Bu ise, zaman içinde ülkeyi çok daha fazla dışa bağımlı hale getirmekte ve kaçınılmaz olarak, devleti dış borç batağına sürüklemektedir.
Toplumun bilim ve teknoloji konularında bilinçlendirilmesi için, ülke içindeki ve dışındaki önde gelen üniversiteler ile bilimsel ve teknolojik araştırma merkezlerinde yürütülmekte olan faaliyetlerin, tüm toplum tarafından yakından takip edilmesi gerekiyor. Bunun için ise, bilim ve teknoloji alanındaki gelişmelerle ilgili olarak, halkın yaygın olarak bilgi alabileceği bir medya sisteminin kurulması gerekiyor.
Bugün sadece geri kalmış ülkelerde değil, Dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinde bile, halkın, bilimsel ve teknolojik araştırma-geliştirme faaliyetleri konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıkları bilinen bir gerçektir. Batı ülkelerinde, bu konuda ciddi araştırmalar yapılmakta, bilim-teknoloji ve medya ilişkilerinin çok daha verimli hale getirilmesi hususunda nelerin yapılması gerektiği tartışılmaktadır. Halbuki, Türkiye başta olmak üzere, bilim ve teknolojiyle ilgili olarak, halkın çok daha bilgisiz ve bilinçsiz olduğu Doğu ülkelerinde,“popüler bilim yayıncılığı” alanında yeterli sayılabilecek çalışmalar yoktur.
Bilim ve teknoloji yayınlarına olan yaklaşımları açısından, bilim ve medya mensuplarının görüşleri ile birbirlerine yönelik eleştirileri bir kenara bırakılacak olursa, bu konuda pek çok geri kalmış ülkede kolayca yapılabilecek bazı işlerin yapılmıyor (ya da yapılamıyor) olmasını anlamak mümkün değildir.
Aylık İnsan ve Kainat dergisinin Yazı İşleri Müdürü olduğum 1989 yılında, TÜBİTAK tarafından yayınlanmakta olan aylık “Bilim Teknik” dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Feyzullah Akben ile birlikte, o dönemde bilim ve teknolojiden sorumlu Devlet Bakanı olan Mehmet Yazar’la bir görüşme yapmıştık. Konumuz, bilimsel ve teknolojik araştırma-geliştirme faaliyetleri ile ilgili olarak, toplumu bilgilendirecek ve bilinçlenmesine katkı sağlayacak olan “bilim gazetecileri”nin yetiştirilmesiydi.
Türkiye’de bilim adamı yetiştirme konusunda çalışan TÜBTAK bünyesinde, bu konuda da bir programın yürütülebileceğini düşünüyorduk. Konuyu, dönemin TÜBİTAK Başkanı Prof.Dr. Mehmet Ergin’in de bilgisi dahilinde olmak üzere, özel bir randevu alarak, Devlet Bakanı Mehmet Yazar’la görüştük.
Türkiye’de halka yönelik popüler bilim-teknoloji yayınlarının, yok denecek kadar az olduğu öngörüsü ve tesbitine dayalı olarak yaptığımız öneriler şunlardı:
1) TÜBİTAK tarafından, her yıl belli sayıda (mesela 5 kişi) genç, “bilim gazetecisi” olmak üzere yurt dışına burslu olarak gönderilmelidir. Bunun için, her yıl, biri “popüler yazı yazma merakı ve yeteneği olan doktorasını tamamlamış genç akademisyenlere”, diğeri ise “bilimsel ve teknolojik konularda haber ve yazı yazma merakı ve yeteneği olan genç gazetecilere” yönelik iki ayrı sınav açılmalı. Bu sınavlarda başarılı olan genç akademisyenler (dil ve basın-yayın eğitimi) ile gazeteciler (dil ve temel bilim-teknoloji eğitimi) için, yurt dışında 2 yıl süreli eğitim yeterli olacaktır.
2) Yayınlarında bilim ve teknoloji ile ilgili yazılara ve programlara yer veren medya organları ile, bilim ve teknoloji alanında yayın yapan kuruluşlara, belli kriterler çerçevesinde sistemli olarak teşvikler verilmelidir. Bu teşviklerde, TÜBİTAK’ın bahse konu bursu ile yurt dışına giden gençlerin istihdamı ile, bilim ve teknoloji yayınları birlikte temel baz alınarak alınmalıdır.
Ne yazık ki, böylesine kolayca realize edilebilecek bir konu, Mehmet Yazar’ın danışmanlarından, Yusuf Turan’ın ilgisizliğine terk edildi ve Prof.Dr. Mehmet Ergin’in de TÜBİTAK Başkanlığı görevinden ayrılması ile, bir daha hiç kimse tarafından dile getirilmedi!..
Akademisyen olan Richard Hayes ve gazeteci Daniel Grossman’ın, ortaklaşa kaleme aldıkları ve 2006 yılında Rutgers Üniversitesi (New Jersey-ABD) tarafından, “A Scientist’s Guide to Talking With the Media-Practical Advice from the Union of Concerned Scientists” adı ile yayınlanan bir kitapta, bilimsel konuların halkın anlayacağı şekilde (ve dilde) nasıl yazılacağı ile bu gibi yazıların popüler yayın organlarında yayınlanmasının önemi konusunda hayli geniş bilgiler veriliyor. Bu kitabın içeriği, 1989 yılında tarafımızda Devlet Bakanı Mehmet Yazar’a iletilen teklifin ne derece isabetli olduğunu gösteriyor
Sözü çok uzatmadan kısaca söylemek gerekirse, toplum bilim ve teknoloji konusunda yeterince bilgi sahibi olmadan ve bilinçlenmeden (ister siyasetçi ister bürokrat olsun), kamu görevi yapan hiç kimse ülke kaynaklarını ve toplumsal potansiyeli bilim ve teknoloji alanında kullanmak istemeyecektir. Aksine, bu konularda politikacılar tarafından bol bol nutuklar atılacak; ama, bilim ve teknolojiye gereken ağırlık ve öncelik asla verilemeyecektir.
Bilim ve teknoloji, en önemli ve en öncelikli toplumsal talep haline getirilmedikçe, hiç kimse gelişme ve ilerleme konusunda ahkam kesmemelidir! Zira, bilim ve teknolojide evrensel düzeyde üretim yeteneğine sahip olmayan (dolayısı ile hakim kültür sahibi de olamayan),toplumların, gelişmiş ülkelerle rekabet etmeleri, hiçbir şekilde söz konusu olamaz!..