Bir ülkenin topraklarını emperyalist güçler, yani yabancı sermaye, silahsız olarak nasıl ele geçirir?
Malum, ülkemizde yabancı bankalar çoğaldı. Hepsi de kredi verme yarışındalar. Bu arada aracılar da boş durmuyorlar. Oyunları, hep köylü üzerine! Tabi onlar, aynı zamanda sermayeye destek veren iktidarla da kol kola. Yani, kanunlar, ürün taban fiyatları vs. Mazot politikası da köylünün belini büken ayrı bir sorun. Hal böyle olunca, köylü, kendi tarlasına mahkûm ediliyor ve elleri nasırlı ürettiği emeğini, para babası aracılarına teslim etmek zorunda bırakılıyor. Yani köylü iyice fakirleştiriliyor. Tıpkı, kumar masasında kaybedip bir türlü masadan kalkmayıp, ‘bu oyunu da kazanacağım!’ diyenler gibi, ‘bu sene olmadı, gelecek sene iyi paraya satarım’ diye her yıl tırmalayıp durur.
İktidar destekli komisyoncular, atmaca gibi köylünün etrafında dolanıp dururlar. Paranın sıcak ucunu gösterdiğinde, köylü, çocuklarını evlendirecek veya askere yollayacaktır. Ürününü toplamaya yüzlerce kilometre uzaktan gelenlere para lazımdır. Traktörü mazot, tarlası gübre, küçük veya büyükbaş hayvanları ise yem ister.
Köylü bu paraları o yıl içinde bulamaz. Çünkü tarladaki ürününü aracıya daha tarlada filizlenmeden öldüm pahasına satmıştır. Yaşam beklemeye ve ertelemeye gelmezdi. Geceleri gözlerine uyku girmez. Kimden borç ister ki? Birçok köylü arkadaşları da aynı durumdadır. Sabah olunca, tarlası yerine kasabasındaki bankanın yolunu tutar. Memurun karşısına şapkasını önüne alıp iki büklüm oturur. Daha iki yıl önce aldığı kredisinin üstüne okkalı bir kredi daha almayı düşünür, düşünmesine de bankacı, bu büyük krediye karşılık ipotek ister. Cebinde hazır getirdiği caddeye bakan son tarlasının tapusunu memura uzatarak ipotek gösterir.
Aldığı paraları yelek cebine koyup, hanımının söylediği gibi iğneler. Bir süre sevinir. Tanker ve yatçılara ucuz verilen mazotu, yine dört lirayı aşan fiyatla almak zorunda kalır. Traktörünün deposunu sevinçle (borçla) doldurur. İneklerine Bulgaristan’dan ithal ettiğimiz samanlardan alır! Hem de daha önce 10 liraya aldığını 23 lira ödeyerek! Ele biraz para geçmişken, tarlasına gübreyle ilaç almak için kasabaya iner. Aldıkları kısa bir süre önce aldığına benzemez. Esnaf, gülümser,
“Dolardan habarın yok mu?”
” Nirden olsun? Zabanan tarlaya git. Akşamlayın dön. Yimek filan dirken, yat, zabah namazından sona gene tarlaya! Tilivizyon izlediğimiz mi var?”
İlkbahar gelir. Yağmurları bereketlidir. O da ne, hava birden kararır, yağmur öyle şiddetlidir ki, dolular yumurta büyüklüğünde tarlaya düştükçe ürünlerin başı eğilir. Köylü, daha ürününü alamadan perişan olur. Komisyoncu kapıya dayanır, “Ürünüm de ürünüm!” der. İktidar, “Köylünün zararı karşılanacak” der ama köylü umduğu desteği göremez. Komisyoncuya yalvarır, “Gördünüz, afet bizi mahvetti. Gelecek yıl fazlasıyla öderim.” Komisyoncu ellerini ovuşturarak “Ama ürününü yarı fiyata alırım ha!” diye, fırsatçılığını gösterir.
Köylünün boynu tarlasındaki ürün gibi büküktür. Ürünlerine mi üzülsün, yoksa ödemeye başlayacağı kredilere mi? Elde avuçta yoktur. Bir süre bankadan aldığı kredisinden kalanla geçinmeye çalışır. Aylık ödemeleri geldiğinde şaşırır! Köyün zenginine gider. Eli boş döner. Komşusundan ister, o da zorda olduğunu söyler. Yapacak bir şeyi kalmaz. Teslim olur. Banka, ödemeleri göremeyince, bir mektup gönderir ve icrayla tehdit eder. Avukata verir. Avukat, telefonla sürekli arayarak köylüyü sıkıştırır. Köylü artık çaresizdir. Elindeki tarlasını bankaya teslim etmek zorunda kalır…
Ve Kurtuluş Savaşında dedesinin miras bıraktığı tarla, savaşı kaybedenlerin eline kolayca geçmiş olur.
Geçmiş olsun!
Ertuğrul Erdoğan
oneylülikibinonyedi