Bu sabah erken mi kalkmıştı ne. Atölyeyi süpürdü, sildi. Kapı önlerini düzenlerken, köpeğin havlamasına dikkat kesildi. Biraz bekledi. Horozun ötüşüne kulak kabarttı. Zamansız öttüğü aklından geçti. Bu arada ineğin zil sesini de duydu.
Hayvanlar huysuzlandı, deprem mi oluyor diye düşüncesini dile getirdi. Saatine bakmak aklından geçmedi. Fakat güneş ışınları hâlâ görünürde yoktu. O zaman anladı ve saatine baktı. İki saat erken kalkmıştı.
Rüzgâr sert esmeye başladı. Havanın kapalı oluşundan şüphelendi. Atölyenin önünde ve yanında asılı mısır saplarını kaldırdı. Mereğin altına bıraktı. Fasulye tohumlarını içeri aldı. İçeri girdi, dünden kalan son düzeltmeleri yaptı. Bıçak saplarını kesti, kenarlarını zımparaladı.
Güneş, bulutlara rağmen, zoraki kendini gösterebilmişti. Kendine göre zaman gelmişti. Körüğün başına geçti. Bıçak demirini kızartmaya başladı. Demir akkor hâline geldikten sonra da onu dövmeye başladı.
Atölyenin klasik sesi başlamış ve yemek molalarının dışında akşama kadar da hiç susmayacaktı. Köyde boşuna gürültü atölyesi denmezdi. Örs ile çekiç birbiriyle öyle uyumlu ses çıkarıyorlardı ki, dışardan dinleyen, iki sesi birbirinden ayırt edebiliyordu.
Bıçağın demiri akkor hâline geldikten sonra, uygun duruma gelene kadar dövülüyordu. Kendine göre demire suyu veriliyor ve bıçağın kesecek kısmı çeliğe dönüşüyordu. Bundan sonra ustalığını gösteriyor düzenlemeler yapıyor ve sapı takılacak hâle geliyordu.
Atölyede, Atatürk’ün camlı büyük boy resmi asılıydı. Resmin alt köşelerinde babasının ve kendinin askerlik resimleri vardı. Babası, Atatürk’ün askerlerindendi. Babasının anlattıklarını zaman zaman arkadaşlarına anlatırdı. Onu dinleyenler, Atatürk ve silah arkadaşlarının ayrıca tüm askerlerin neler çektiklerine inanamazdı. Afyon’da, Sakarya’da yapılan çetin savaşları da anlatıyormuş, onun için o günler hakkında konuşanların, dikkat etmeleri gerektiğini söylerdi.
O tarihlerde, cephe gerisine İngiliz uçaklarından, size hiçbir şey yapılmayacak, Atatürk ve askerlerine güvenmeyin gibi yazılı kâğıtlar atılıyormuş.
Kendine olan inancı hiç eksilmiyordu. Her defasında daha iyisini yapmak için, gayret ediyordu. Bıçaklarımı alan ağzı köreldi demeyecek, satın almak için insanlar sıraya girecek, diyordu. Bıçağının sapının kenarına imzasını atıyor ve bu imza aranacak, ağzı kalmayacak. Bıçağının sapı bile kaliteli olacaktı.
Atölyede çalışmaktan büyük keyif alıyordu. Alışkanlık ruhuna işlemişti. Çalışmadan duramıyordu. Fakat bıçaklarımı çok daha kaliteli hâle getirirken, hantallaşıyorum, diyordu. İlaçlarını almak için, şehre gidiyordu.
Bıçak üzerine yenilikler yapıyordu. Küçük, daha büyük ve meyve bıçakları yapıyordu. Tanımadığı, belki de hayatında bir daha görmeyecek olan insanlarda gelip bıçak alıyor veya yaptırıyordu.
İlkokuldan sonra okumamıştı. Elinde av tüfeği ile kuşların peşinde koşmuştu. Şimdi ise çocuklarını okutmak için, tatil günleri dışında onları atölyeye almıyordu. Atölyenin bir ruhu vardır. O ruha nüfus ettin mi ürettiğin aletlerin zevkine de vardın mı bir daha başka bir iş yapamazsın. Hatta okumayı bile bırakırsın.
Bu tür atölyeleri yürüten sanatkarlara devletin yardımcı olması gerekir. Atölyeleri birleştirip fabrikaların kurulmasına ön ayak olmalıdır. Demirci ustaları imkân tanınsın her şeyi yaparlar. Silahından tutun da motoruna kadar.
Samimi bir çalışma, gücünü en iyi kullanma ve eser ortaya çıkartma.
Atölyenin ustası, örnek alınacak davranışlarıyla, önemli bir şahsiyetti.