Bugün gözlerim iki kıymetli insanın ışıklı yolunda yürüdü. Biri eski Amerikan Başkanı Harry Truman, bir diğeri 1925 Nobel ödüllü İrlandalı yazar Bernard Shaw.
Başkan Truman negatif insanlar hakkında ki düşüncelerini , görüşlerini şu şekilde ifade etmiş:
“… Negatif insanları hiç sevmiyorum.Sürekli onlar gibi ağlak olmadığımız için, tuzumuz kuru zannediyorlar.
Hiç acı çekmediğimizi, hiç haksızlığa uğramadığımızı, hiç sırtımızdan vurulmadığımızı, hiç dostlatımızın kalleşlik yapmadığını,hiç ekonomik sıkıntılarla sınanmadığımızı, hiç hastalıklarla mücadele etmediğimizi sanıyorlar.
Bir çırpıda kurabiliyorlar, “Senin tuzun kuru” cümlesini.
Bu hastalıklı insanlar bir tek kendilerinin acı çektiği üzerinden yaptıkları edebiyatla ayakta durabiliyorlar. Nefes alış verişleri tamamen hayatta yaşadıkları mağduriyetin devam ettirilmesi üzerine kurulu.
Yaşamış oldukları sıkıntıların şifalanmasına asla izin vermiyor, ruhlarının inşirah bulmasına müsade etmiyorlar. Çünkü tüm yaşam enerjileri negatiflik üzerine kurulu.
Negatif bir insan fırsatlardan zorluklar,
Pozitif bir insan ise zorluklardan fırsatlar yaratır.”
Yazarın yukarıda ki düşüncelerine katılmamak elde değil. Öyle çok ki yaşam sahnesinde onlardan. Enerjilerimizi tüketiyorlar sürekli. Öyleyse bizler de onlara karşı kuşanmalıyız.
Aksi halde tüm olumlu iyi insanlara, bir virüs gibi mutsuzluk bulaşacaktır.
Yanlış mı?
Gelelim İngiliz yazar Bernard Shaw’ a…
Örneğin onun da şöyle bir sözüne tesadüf ettim:
” Korkak olmadan kahraman olamazsın.”
Tabi ya, korkunun soluğunu ensende, kokusunu burnunun ucunda hissetmeden nasıl savaşabilirsin ki? Korku duygumuz, bütün güzel duygularımızın düşmanı değil de nedir?
Korkan biri mutlu olabilir mi?
Korkan biri özgürce yaşayabilir mi?
Hayır, tabi ki…
Madem ki, korku bir düşmandır, o halde onunla savaşmadan kahraman da olunmaz!
Yaşarken ailemizde, toplumda, iş veya okul hayatımızda bizler; bir duygunun tam tersini de yaşadığımızı , sözleriyle kanıtlamış sanki.
Ve devam ediyor aforizmayla söz sanatına:
“Yalancının cezası kimsenin ona inanmaması değil, onun kimseye inanamamasıdır.”
Cidden doğru da. Sözüyle adeta yalnızlığın resmini çizmiş yazar.
Din dersimizde hocanın anlattıkları geldi şimdi aklıma…
Hz. Muhammed’e Miraçtan indiğinde inanan ve inanmayanlar peygamberimizi soru yağmuruna tutmuşlar.
“Dünya neyin üzerinde?” Diye.
Vermiş olduğu yanıt oldukça düşündürücüymüş:
” Dünya öküz ve balığın üzerinde durmaktadır.”
Tabi bu sözünü dikkate alan ilimle, felsefeyle, astronomi ile uğraşan alimler, şu manada yorumlamışlar. Yorum mantıklı gelmişti bana:
“Dünya suyun üzerinde ki kara parçasında durmaktadır.”
Balık denizi, öküz toprağı temsil etmektedir.
İrlandalı yazar Shaw’ tıpkı Tolstoy gibi İslam dünyasının gizemini de çözmüş. Belki peygamberimizin sohbetlerini okumuş olduğu anlaşılıyor yazdığı kitaptan.
Nasıl mı?
“Beşir Ve Nezir” adlı kitabından insanın içine huzur veren sözlerini okuyunca; bir alıntı ile bunu size yazma gereğini duyumsadım:
“Müşkülün müşkül üstüne, problemin problem üzerine yığıldığı günümüzde bütün problemleri bir kahve içme rahatlığında çözen Hz. Muhammed’e beşeriyetin çok ihtiyacı var.”
Peygamberimizin insanlığa vermiş olduğu mesajların evrenselliğini Nobel ödüllü bir yazardan okumak, beni çok duygulanfırmıştı.
İngiliz yazar Bernard Shaw 90 küsur yıl ömür sürmüş ve son dakikaya kadar aklı başındaymış.
Sözünü esirgemeyen Shaw bir yandan kadını onurlandırırken diğer yandan, yazmış olduğu aforizmayla kadın ruhunun karanlıkta kalmış resmini çizerek akıllı kadının özgüvenini açığa çıkartır: Şöyle!
“Yaşını açıkça söyleyen bir kadından korkulması gerektiğini; çünkü bunu açıklayan bir kadının her şeyi açıklayabilir!”
Aforizmalarıyla beni oldukça düşündüren Shaw’ birçok tiyatro eserine de imza atmış ve eserleri sahneye uyarlanmış. Tiyatro izleyicisine şöyle seslenmiş:
“Tiyatromu izlemeden önce lütfen basında hakkımda yazılanları unutun!”
Bu sözlerinden de anlıyoruz ki, önyargılarımız düşüncelerimizi tutuklayan jandarmalardır.
Aşağıdaki söyleminden de yazarın inançlı olduğunu düşünüyorum:
“Erkeklerin kadınlardan söz ettiği yerde tanrıyı bulamam ben.”
Öyle ya, bir erkek hoş, seksi bir kadını gördüğünde arzularının, tutkularının peşinden gitmesi çok doğal. Camiye, kiliseye gidecek değil herhalde…
Ve mutlu bir aileyi “erken bir cennettir,” sözleriyle seven, sadık kadınları onurlandıracak şu mesajı vermiş:
“Bütün zekamı, yeteneğimi, şöhretimi, eserlerimi akşam eve zamanında gelip gelmeyeceğimi merak eden bir kadın için feda edebilirim.”
Ah, keşke dünyadaki tüm erkek ve kadınlar senin gibi düşünseler, keşke!
Daha yaşanılır kılınırdı dünya…
Zaten önce zekamı fetheden Bernard Shaw’ u ilk kez şu sözüyle tanımıştım:
“Dünyayı olduğu gibi kabul et; zira onun ötesinde hiçbir şey yoktur. Bütün yollar mezara çıkar, mezarda hiçliğin kapısıdır; hiçliğin gölgesinde ise her şey boştur.”
Son söz:
Çoğu yazar tıpkı B.Shaw gibi insanlığa anlatmak istediği mesajları ironi söz sanatını kullanmışlardır. Shaw’ un yaşadığı coğrafyada ki bağnaz zihniyete ancak ironiyle ulaşmak istemesi çok doğal. Zaten yazdığı, söylediği her söylemi her eseri de eleştiri oklarına hedef olmuş.
Yazarın insanca yaşamamıza dair düşüncelerini: Gelin bin sene öncesinden ona da ışık olmuş bir İslam düşünürü Hayyam ile destekleyelim:
“Şu durmadan dağılıp kurulan dünyada
Topu topu alacağın bir nefestir
Bırak sen onu, şunu, bunu da
Sen iyisi mi gönlünü hoş tut, hoş!”
Ömür çok kısa. Bütün sevdiğimiz güzel insanlar beyaz atlarına binip göç ettiler. Biz de vaktimiz, saatimiz geldiğinde gideceğiz.
Ee, o halde bu kavga niye?
Sanki bizim tuzunuz kuru…
Neyse söz uzuyor lastik gibi. Biz en iyisi sözü Shaw ile noktalayalım:
Ben sana bir elma versem, sen bana bir elma versen, bende bir elma, sende bir elma olur. Ben sana bir bilgi versem, sen bana bir bilgi versen, bende iki bilgi, sende iki bilgi olur.
.
Kalın sağlıcakla
Emine Pişiren/ Akçay