Bu yazımın başlığı aslında “ben de hazırım” şeklinde olacaktı. Lakin Kemal Kılıçdaroğlu’nun son kurultaydaki konuşmasını tv’den dinleyince fikrimi değiştirdim. Gerçi yazacağım yazının ana fikri değişmedi. Olsun bu daha hoş “benim adım Kemal”.
Eğer bir kişi ömrünü devlet memurluğunda geçirmişse ondan bundan fazlasını beklemek beyhude. Öyle ya, ömrün otuz yılı devletin çeşitli kademelerinde geçmişse ve siyasetin kötü örneklerini görmek zorunda kalmışsa Sayın Kılıçdaroğlu’ndan bundan fazlasını beklemek olmaz, beklersek haksızlık etmiş oluruz.
Ülkemizin siyasi gelişmesinin nerelerden başlayıp nerelere kadar geldiğini, yine toplumun seksen yıl önce hangi durumda iken bugün hangi konuma geldiğini aşağı yukarı hepimiz görüyoruz, biliyoruz.
Ve bugünkü çekişmelerin ana kaynağı aslında devleti kuranların yanlış mecrada kurgulanmalarından dolayı bir türlü gerçek mecrasına oturamayan toplum yapımızdır. Bunun yanında devlet mekanizmalarının görevleri itibarıyla kendi mecralarında hareket etmemelerinden kaynaklanan yanlışlıklar tüm bu çekişmelerin tuzu biberi olmuştur.
Toplumsal yapımızın yanlış şekillendiğinden geçmiş yazılarımda defalarca bahsettim. Dolayısıyla bu haftaki yazımda bunu bir “kabul” olarak ele alıp çarpıklaşmanın diğer ayağı olan devlet mekanizmalarından “siyasi partileri” ele alacağım.
Ülkemizde siyasi partiler her ne kadar demokratik yapılanmanın ürünü gibi görünseler de aslında toplumun çeşitli kesimlerin disiplin altına alınmaları ya da (CHP gibi) ülkeyi yöneten hâkim güçlerin siyasi yapılanması olarak ortaya çıkmışlardır.
Bundan dolayıdır ki ülkemizde partileşme teşvik edildiği halde parti içi demokrasinin gerçekleşmesi için gerekli düzenlemeler göz ardı edilmiştir. Bunun nedeni yukarıda yazdıklarımdır. Yani partileşme halkın yönetime aktif olarak katılmasını sağlamayı değil, halkın siyaseten kontrol altına alınması için yapılan bir yapılanmadır.
Hal böyle olunca partiler hangi düşünceyi savunurlarsa savunsunlar ve hangi lider başa geçerse geçsin hep “ben” merkezli hareket etmektedir. Liderin gücü aslında zekâsından ve karizmasından çok (şüphesiz bu da önemli) çıkar çevrelerinin ortak çıkar paydalarının ve yandaşlarına sağladığı menfaatler oranındadır.
Ve lideri başa geçirenler toplumun bu çıkar hevesini bildiklerinden dolayıdır ki, liderleri pazarlarken hep içi boş, mesnetsiz yaldızlı vaatlerle piyasaya sürerler.
Bundan dolayıdır ki;
Kemal Kılıçdaroğlu kurultayda delegelere birkaç kere “hazır mısınız” diye sorup “hazırız” cevabının aldıktan sonra “bende hazırım” diye karşılık vermiştir. Burada yönetim olarak “biz de hazırız” demeyi aklına dahi getirmemiştir.
Yine dar gelirlilere maddi destek sağlayacağı sözü verdiğinde, gerekli olan yüz elli milyar Doları nasıl bulacağını soranlara “benim adım Tayyip değil, benim adım Kemal, söz verdimse yaparım” demesi, Kılıçdaroğlu’nun doksanlı yıllarda devlet memuru olduğu, Baykalların ve Ecevitlerin talebesi olduğunu hatırlatıyor bana.
Ama bilmediği bir şey var Sayın Kılıçdaroğlu’nun. Bu toplum artık doksanların toplumu değil. Bu tür sözlere halk inanmadığı gibi kendi yandaşlarının dahi yüzlerinde gülümsemeler beliriyor.
Ne var ki alaycı bir gülümseme…
İsabetler ziciri ile dolu olan bir yazı, elinize sağlık üstadım.