Gerek toplumsal gerekse bireysel iletişimin en önemli noktalardan biri empati; yani olaylara karşındaki kişi veya kitlelerin gözüyle bakabilme ve bunun oranı. Bir toplumda empati ne kadar yüksekse, iletişim, sorunları algılama ve anlama ve tabiki çözme o denli yüksek olacaktır. Birbirini “anlayan”, dünyaya ve sorunlara birbirlerinin gözünden bakmayı becerebilen kişi ve toplumlar sorunları ve sorunların kaynağını iyi tespit edeceklerinden, çözmek için hangi yolu izlemeleri gerektiğini de kolaylıkla bulurlar.
Bir toplumun huzursuzlaşması ise ilk ve en güçlü aşamada kitleler ve bireyler arasındaki iletişimin kopması veya koparılması ile olur.
Her kitle ve / veya içindeki bireyler, içe dönüp ( dışa kapanıp) tamamen kendi çıkarları, hesapları doğrultusunda hareket etmeye başlarlar – ki – bu da zaten sonun başlangıcıdır. İletişimin kopmasının ardından sırasıyla hoşgörünün yokoluşu, bazı önlemler ( kendini koruma adına) , sadece kendi bildiğini kabul etmek ve diğer herşeyi reddetmek ile başlayan, çok hızlı ilerleyen, bir o kadar da zedeleyici ve zarar verici olan süreç devreye girer. Sonuçta ise ilkel, yoz, hoşgörüsüz, ciddi şiddet potansiyeli taşıyan, sorunların daha ilk aşamada şiddet ile çözülebileceğini sanan ve bundan vazgeçmeyen bir kitle veya birey haline dönüşür.
Şu bir gerçektir ki eğitimli – hele – bilinçli insan güzel ve faydalı bir çiçek gibidir. Çok zor yetişir, çok emek ister ama her hoyratlığa açıktır. Yani kolaylıkla kopartılabilir. O yüzden sizin yıllarca uğraşıp, didinip yetiştirdiğiniz oğlunuz, kızınız, yeğeniniz, komşu çocuğu veya öğrencilerinizin ömrü bir bıçak darbesi, bir kurşun, bir trafik kazası ile son bulabilir kolayca. Yani bunu biri yapmak isterse kolyalıkla yapar. Ve belki de sadece bu durum bile birey ve kitleler arasındaki iletişimin ne denli önemli olduğunu anlatmak için yeterlidir.
Toplumlar ve bireyler arasındaki iletişim doğru kurulsa ve doğru gelişseydi sizce tarih boyunca o denli büyük savaşlar olurmuydu? Din ayrılıkları? Mezhepler? Kafatasçılık? Din sömürücülüğü? Siyasi dolaplar? Hiç sanmıyorum.
Tüm bu hırsın, hıncın ve açlığın altında, özünde yatan en önemli gerçek belki de insan egosu doğrultusunda sahiplenme isteği ve paylaşmayı reddetme.
En basit ikili ilişkilerden, en zor toplumsal karmaşalara doğru hangi aşamada ne tür bir ilişkiye bakarsanız bakın, altında, özünde bunu görürüsünüz. İşin garip tarafı insanoğlu bu güçlü, insana güven veren, onu güçlü kılan ( veya öyle zannettiren) güdümlemeye çok yatkındır. Hemen teslim olur ve başka bir şey aramadan onun peşinden gider. Çünkü egomuzun bizden istemediği tek şey özeleştiri yapmamızdır yani kendimiz ile iletişim kurmamızdır. Bunu hiç sevmez. Bize sürekli bizim iyi, haklı, doğru olduğumuzu söyler. Artık bizim bile görebileceğimiz hatalar yaptığımızda ise önce biraz kenarda durup üzüntümüzün sakinleşmesini bekler sonra da “ aman canım kim hata yapmıyor ki?” ile başlayan avuntularla herzamanki yerini alır ve herşey eski haline döner.
Kendini eleştirmeyi bilmeyenler kendilerini tanımayanlar, kendileri ile ilgili herhangi değiştirmeleri gereken birşey olmadığını düşünenlerdir. Yani kendisi ile iletişemeyenler . . .
Aksi taktirde hem Türkiye’de hem dünyada her söyleneni doğru zanneden bu kadar insan olurmuydu? Hele de din ile ilgili. İnsanın en zayıf yönü, dolayısı ile de en fazla kullanılmaya açık yönü … kullan gitsin. Veya toplumlar arası kavga ve nefret. Birbirlerini hemen hemen hiç tanımazlar ama meydanlar, mitingler, gazeteler, degiler, akraba nutukları, tarihi yönlendirmeler yüzünden potansiyel düşmalar olarak yetiştirilirler.
Bir zamanlar arkadaşım olduğunu sandığım biri bana şöyle demişti “ ben birini kendi değerlerimce severim. Ona kendi içimde bir değer veririm, bu değer belli bir oranda sevgi oluşturur ve ben onu severim. Yani onun beni sevmesi, sevmemesi, benim ona verdiğim önem ve sevginin farkında olması veya olmaması, bunların kıymetini bilmesi veya bilmemesi hiç önemli değil. Ben onu kendimce severim” . Ne diyorsunuz? Dehşet verici değil mi? En az çocuğunu ve karısını kendi malı sanan erkek, en az daha ne olduğunu, neden yaşadığını bile bilmeyen kadın, en az ülkesine ve toplumuna ne denli zarar verdiğini anlamayan politkacı, bürokrat ve işadamı kadar . . .
Mavi Günler