Hazmedilmemiş uygarlıkta insanlık ve eşitlik aranmaz.
Evrende her şeyin / her oluşumun bir yasası, bir kuralı vardır. Yasası, kuralı olmayan hiçbir şey/ hiçbir oluşu, evrende hayat bulmaz. Bulsa da evrenin kurallı hayatı, kuralsız olana yaşama hakkı tanımaz. Bu evrenin olmazsa olmaz kuralıdır. Çünkü evrendeki her oluşum, bir sonraki oluşumu oluşturur.
Bir önceki oluşum bir sonrakini oluşturacağından hepsi bir birine uyumlu olmak zorunda. Yoksa evrende düzen bozulur. Hayat durur. Tıpkı dünyada insanların her işi işlerine geldiği yapıp, edip hayatın akışını durdurup her şeyi geri baştan sarıp yaşamalarında olduğu gibi, evrende de her düzensizlik hayatı felç edip durdurur.
Onun için evrenin temel yasası her bir oluşumun bir sonraki oluşuma yönelik oluşması, evreni hareketlendirip, canlı tutar. Canlılık evrene hayat verir. Onun için evrende hayat, uzay boşluğunda, sonsuzluğa doğru yükselerek başlangıçtaki başa varıncaya kadar yani kıyamete kadar devam edip sürüp gidecektir. Onun için evren de oluşum ve hayatın sonu bize göre çok uzaktır. Onun için tüm oluşumlar kıyamete kadar devam edip sürüp gidecektir.
Bizim yaşayıp var olduğumuz dünyaya gelince; Dünya da her şey sınırlıdır. Güneş doğup, batar. Her canlı gibi, insan doğar, yaşar, ölür. Güneş doğunca dünya aydınlanır. Batınca her yer kararır. Ateş yakar. Su boğar. Suya atılan taş, su yüzeyinin oluşturduğu alan büyüklüğünde dalga oluşturup kaybolur.
Demek ki, evrende ki her oluşum sonsuzluğa doğru hayat bulup, sonucunu bilmediğimiz bir şekilde kendi sonuna doğru yol alırken, dünyadaki her oluşumun da bir hayat yolculuğu, bir sonu vardır. Her varlık bu oluşumunu kendine tanınan hak çerçevesinde tamamlayıp nihai sona ulaşır.
Onun için evrende hayat dünya hayatına göre biraz daha uzun ve sonsuz, dünya da ise hayat, evren hayatına göre biraz daha kısa ve sonludur. Çünkü her ikisine de hayat verip canlı tutup yaşatan ilahi yasalar, ilahi kurallardır.
Yasasız, kuralsız, düzensiz ve intizamsız koca evren bile kendi var oluşunu, yaşamını, sonunu düzenleyemeyip Allah’ın “ol” komutuyla yaşayıp varlığını sürdürüyorsa; akıl verdiği insan, neden akıl edip düşünerek yaşadığı hayatı kolaylaştırmak için kendi yasasını kendi çıkarıp, kural koymasın.
İlahi yasa çerçevesinde yaratılıp var edilmiş olan her canlı varlık, kendi varlığını yaratılıp var edildiği yerde sürdürebilmesi için doğanın kendisi için oluşturduğu doğal şartlara uyum sağlayıp yaşaması gerekir. Yoksa hayatta kalıp yaşamını sürdüremez.
Dolayısıyla dünyanın hiçbir yerinde hiçbir canlıya doğal hayatın kurallarına uymadan yaşama hakkı tanınmamıştır. Bu bütün varlıkların belleğinde içgüdü sel bilgi olarak bu vardır.
Bunun dışında insanoğluna doğal şartları zorlayıp, dünyanın her yerinde yaşayıp varlığını sürdürebilmesi için akıl verilmiş. Verilen aklı yerli yerince kullanan insana da dünyanın her yerinde, her şarta yaşayıp hakkı tanınmıştır.
Tanınan bu haktan dolayı, dünya insan için, büyük bir oyun alanıdır. Bu alanda yaşayıp varlığını sürdürecek olan insanoğlu, oyunun kurallarını çocuktan başlayarak öğrenir. Onun için çocuklukta öğreninceye kadar kuralsız oynanan oyunlar daha kurallı şekle dönüşür.
Aklı başındaki büyüklerin her oyunu kuralıdır. Onlar hayatın düzenli akışını bozmamak için asla kuralsız oyun oynayamazlar. Oynamaları da zaten doğru olmaz. Oynayan kabul görmeyip sistem dışına atılır.
Bu kurala uygunluk, insanı insan yapar. Hak’a yaklaştırır. Onun için bu tür kurallar hayatın olmazsa olmazlarıdır. Bu türden kuralların yazılı olup olmaması da çok önemli değil, hayatın var olup, insan yaşamanın sürdürülebilir olması için her insanın temelden / doğuştan kabul edip, içselleştirip yaşaması şarttır.
Bu insanın insana olan güvenini artırır. Ayrımcılığı önler. Toplumun fertlerini birbirine yaklaştırıp, kaynaştırır. Aradaki sevgiyi, muhabbeti artırıp paylaşımı çoğaltır. İnsanların daha çok dayanışma içinde olmalarını sağlar. Dayanışma insana moral verir. Moral insanı motife eder. Üretken kılar. Üretim insanı ve toplumu zengin yapar. Refaha taşır. Huzur verip mutlu kılar.
Demek ki, İnsanı insan yapan, kurallara uygun yaşamasıdır. Kurallara uygun yaşayan insan, kimseden uyarı almadan yaşayıp varlığını sürdürüyor olmasından dolayı da kendi iradesiyle son derecede özgür bir hayat yaşıyor demektir.
Bu da yaşanılan koca ömür sonunda bir insan için en büyük mutluluk demek değil midir?
Kim istemez, refah içinde özgür yaşayıp mutlu olacağı bir hayatı.
Kim istemez, şerefle yaşayıp, onurla taçlandırılıp bitireceği bir hayatı.
Kim istemez, gelecekte çocuklarına umut içinde, mutlu yaşayıp var olacakları güzel bir hayat bırakmayı.
Sağduyulu akla sahip olan her aklıselim insanın hayattaki tek arzusu, tek isteği bu değil mi?
Evet, öyle diyenlerimiz çoğunluktaysa; Neden bu idrak üzere hayatımızı kurup oluşturup yaşamıyoruz. Bu çok mu zor acaba? Bana göre zor değil, ama kendi benliği içinde kendi egosuna yenilmiş olanların yaşadığı bir ülkede bu işi başarmak çok zor. Ama imkansızda değil, zaman ister. Çünkü insanın içselleştirip değiştiremediği birçok şeyi, zaman içselleştirip değiştirir. Onun için içselleştirip hazmedilmemiş uygarlıkta eşitlik aranmaz.
Demek ki, hayatın kuralını yaşadığımız hayatın gerçekleri belirliyor. Ancak toplumda üç kişi bilinçli, beş kişi bilinçsizse o toplumda hayat var. Ama yaşam bilinci yok demektir.
Bu da toplumun kural koyucu farkındalığının yeterince gelişmemiş olduğunu gösterir. Dolayısıyla bu da bize toplumun yeterince gelişmemiş, daha henüz çocuksu bir yapıda olduğunu gösterir.
İnsan gibi toplumlarda erginleşip olgunlaşmadan, değer kazanıp, değerine değer katıp doğru yaşamayı öğrenmeden varlığını koruyup yaşaması çok zordur. Her esen fırtına da, her yağan yağmurda daha önceki kazanımlarından bir şeylerini hep kaybeder.
Demek ki, dünyada var olup yaşamaktan ziyade asıl olan, varlığını sürdürebilir olmaktır.
Bunun için de her toplum kendine has ve özellikte ortak yaşama kültürü geliştirmek zorundadır. Yoksa bu işler öyle sağdan soldan alıp kural koymakla da kolay kolay yürümez.
Toplum ahlakı evrensel düzeyde geliştirip hayatın genel akışını Hak’a yöneltmedikçe, konan kural ve yasalar yeterince işlev görmezler.
Kural ya da çıkarılıp konan yasalar, insan hayatını kolaylaştırıp hak ve hukukunu koruyup geliştirerek toplumun bir arada düzenli yaşayıp, paylaşım ve dayanışma içerisinde yaşayıp var olmasını sağlamak için konur.
Doğanın şartları dışındaki diğer tüm oyunun kural ve şartlarını insan koyar. İnsan yaşatır. İnsan geliştirir.
Ancak dünyada adaleti güç oluşturur, güç sağlar. Onun için dünyadaki tüm oyunların kuralını güç sahibi koyar. Güç sahibi sağlar. Onun için güçlünün yanında güçsüzün oyunu, kuralı, hakkı, hukuku, adaleti olmaz. Ancak ahlaki vicdanına dayalı Hak yanında bir korkusu varsa; insafı olur. Başka bir şeyi olmaz. Boşuna beklemeyin.
Onun için kuralı, yasayı koyan da öncelikle ahlak aranır. Kuralı koyanda içselleştirilmemiş bir ahlak yapısı yoksa onun koyduğu kuralın yasanın hiç kimseye bir yararı olmaz. Olsa olsa bir tek kendine olur.
Güzel ahlak, kemiğe bürünmüş ette değil, etiğe bürünmüş benliktedir.
Etiğe bürünmüş güzel ahlaklı insan güçlü de olsa herkesi kendi gibi bilip kendi gibi düşünür. Hep empati içinde yaşarken Haktan ayrılmaz. Hak edenin hakkını hak ettiği gibi verir. Yok haktan sapıp haksızlık ederse, o zamanda şeytanlığı ele alıp, Hakk’ın verdiği güçle halka zulüm eden bir zalim olur.
Onun için güç, hak edenin elinde olursa, adalet uygulanır. Onun için demokrasilerde halk buna çok dikkat edip, değiştirme gücünü her an elinde bulundurması gerekir. Kesinlikle bu günün dünyasında hiçbir ferde sonsuz güç verilmemeli. Gücün tek elde toplaması engellenip, yasayla gücün paylaşımı sağlanmalıdır. Çünkü hiç kimse haşa Tanrı değildir. Haşa tanrı bile yaratıp var ettiği kullarına her şeyi verip, eşit davranmamıştır.
İnsan ne yaparsa kendi eliyle kendi kendine yapar. Onun Allah’ın verdiği aklı kullanıp mümkün olduğunca doğru kararlar alıp doğru yaşamaya bak. Yoksa senin aldığın kararla, senin gördüğün cezadan kimse suçlu ve sorumlu değildir. Suçlu ve sorumlu olsa da senin kadar değildir.
İnsan dediğin yaşadığı hayatın bilincinde, farkında olur. Hep ben deyip kendini düşünüp başkasını hiçe sayarak yaşamaz.
Bu hiç ahlaki ve etik değildir. Hiçbir kurala uymaz. Uysa da Hak kabul etmez.
Onun için dünya da oluşturulup geliştirilen tüm kurallar insanların ve içinde yaşadıkları toplumun tümümün yararını gözetir biçimde olmalı. Olmayanlar zaman içinde temizlenip ayıklanarak güncelleştirilmeli. Yoksa halk adına yasa koyucu vebal altında kalır. Çünkü bu bir insanın değil, bir koca milletin hakkıdır.
İnsana erdem kazandırıcı bu ahlaki kurallar, toplumlarda yer edindikçe evrenselleşir. İnsan hak ve hukuku gelişir. İnsan ve insanlık değer kazanıp yücelir.
İnsanı yaratıp var eden Allah, yaşatan ise kendi gibi güzel yaşamayı seven insan olan, insandır.
Hazmedilmemiş uygarlıkta insanlık ve eşitlik aranmaz.
23.01.2014
Cahit KARAÇ