BEKİR SITKI ERDOĞAN İLE ŞİİRDE GELENEKTEN YARARLANMA ÜZERİNE SOHBET
5 Ekim 2007 tarihinden itibaren, Türkiye Polis Radyosu’ndaki İmbikten Damlalar adlı programımda, her Perşembe saat 21.00–22.30 saatleri arasında bir özel konu belirleyerek, Türk edebiyatının seçkin kalemleri ve şairleri ile sohbetler yaptım. Bu sohbetlere edebiyat tarihine düşülmüş notlar olarak bakabilirsiniz. İşte, 1 Kasım 2007 Perşembe günü, Sayın Bekir Sıtkı Erdoğan ile Şiir konusunda yaptığım sohbetin deşifre metni:
M. Nuri PARMAKSIZ: Sayın Erdoğan, siz şiirlerinize özellikle aruzla yazıyorsunuz. Heceyle ve Serbest vezinle yazdığınız şiirler de var ama biliyoruz ki sizin ilgi alanınız aruz. Gelenekten yararlanma diye bir kavram var. Şairlerimizin gelenekten faydalanabilmesi için şiir geleneğimiz içinde kullanılan üç vezni de bilmesi gerekiyor mu ?
B. Sıtkı ERDOĞAN: Sualinize cevap vermeden önce şunu söyleyeyim. Ben Cumhuriyet ile beraber doğdum. Böylece Cumhuriyet ile beraber gelişen şiirimizi takip ettim; ama hiçbir zaman kültür şiirimizi bırakmadım. Bakın geleneksel şiir demiyorum; kültür şiiri diyorum. Neden? Çünkü hani şöyle bir söz söylüyoruz. Bizim Türkçemiz kaç bin senedir konuşuluyor. Çağdışı bir dil, artık çağdaş bir dil arayalım kendimize, diyebilir miyiz, buna imkân var mı?
M. Nuri PARMAKSIZ: Sayın Hocam, Türkçe geçmişte de, bugün de Türkçedir değişmez.
B. Sıtkı ERDOĞAN: Evet. O bizim kültürümüz, hüviyetimizdir. Öyle ise onun malzemesi birinci olarak dil, ikincisi duygu, üçüncü de düşünce ve kültürdüür. Böylece dil önemli oluyor. Dille yazılıyor bu. Dolayısıyla o dil değişmeyeceğine göre, o dilin meydana getirdiği kültürel şiir eğer yabancı dillerin baskısı altında boğulmadıysa, niçin bırakılsın? Mesela koşma gibi, şarkı gibi türler bırakılsın da, aruzu da bırakalım kafiyeyi de bırakalım. Lüzumsuz şeyler bunlar. Biz doğaçlamaya dönelim diye düşünürsek doğru bir şey mi yapmış oluruz? Bunu şimdi değil o günden bugüne sordum kendime.
M. Nuri PARMAKSIZ: Sayın Erdoğan, konuyu biraz daha açmak için size bir şey soracağım. Şiir dili diyince Orhan Veli geldi aklıma. O tarihlerde Orhan Veli ile tanışıp hiç görüştünüz mü?
B. Sıtkı ERDOĞAN: Evet tanışıp görüştüm ama pek uzun süre değil. Bir yerde bir yemekte o kadar.
M. Nuri PARMAKSIZ: Bizler o günleri makalelerde ve kitaplarda okuyoruz. Orhan Veli yaşadığı dönemde tam bir şair olarak kabul edilmiyormuş ve bir nüktedan olarak kabul ediliyormuş. Ama Orhan Veli geleneği biliyordu. Orhan Veli’nin aruzla yazdığı şiirler de var; fakat onu örnek alan günümüz şairlerinde, eksik olan bir nokta var: Bilgi ve birikim. Yani üç vezni de bilmeleri gerekirken, bilmiyorlar. Hülasa, böyle olunca bir anlamda şiir geleneğimizden de kopmuş oluyorlar.
B. Sıtkı ERDOĞAN: Şimdi, o zamanlar dendi ki, Orhan Veli çığır açtı. Ben o günleri yaşadım; o kadar şiirimi dinlemişsinizdir. Halka inmiş, üniversiteye girmiş, camiye girmiş ilahilerim. Buna rağmen ben kendime bunu diyemiyorum ki, ben çığır mığır açmadım. Ben açılmış çığır üzerinde edepli adımlarla yürümeye çalışıyorum. Öyle bir çığır var ki, aruzla-hecesiyle açılmış. Bu kadar ince zevklerle açılmış. Şu kadarını söyleyeyim, herkesin yazdığı şiirdir; ama kendisinin şiiridir. Duygularını ifade eder, ağlar. Ona saygı duyarım ben. Ateş düştüğü yeri yakar; ama o kendisinin şiiridir. Başkasına onu iletmesi için iletim aracı gerekir. İletim aracı da nazımdır. Nazım, nizam bu binlerce yıldır ustaların uğraşa uğraşa gerçekleştirdikleri şeylerdir. Aruz olsun, hece olsun; ikisi de ayrı ayrı güzel. Mesela koşma nazım biçimi Türkün milli zevkidir. Yunus Emre yaşıyorsa koşmalarıyla yaşıyor. Bugün ki şiir tarzıyla yazsaydı yaşamazdı. Nice isimler geldi geçti. Benden çok meşhur olan isimler unutuldu bugün, hiç anılmıyor. Öyle ise şair olmak için kendimizi zorlamayacağız. Zaten şairi Allah zorlar. Ona bir yetenek vermiştir. O yetenek onu çocukluğundan itibaren zorlamaya başlar ve o ustaların yazdıklarına hayran olur. O inceliklere hayran olduğu için onları öğrenir. İletişim aracını ele geçirmiştir. Elektrik akımı telle iletilir; ama televizyon dalgaları telle iletilmez. Her şeyin bir iletimi vardır. Şiir iletişim aracı da nazımdır.
M. Nuri PARMAKSIZ: Tanpınar’ın bir sözü geldi aklıma. Şiir ve gelenek hususunda diyor ki: “Gelecek geçmişin üzerine kurulur.” Yani geçmişle bağımızı koparmamamız gerekir.
B. Sıtkı ERDOĞAN: Ne kadar güzel. Sonunda birçok şairimiz buraya vardılar. A. İlhan’da son zamanlarında yazılar yayınladı. ‘‘ Divan Edebiyatını bilmeden şiirde ilerlemeye imkân yoktur.’’dedi.
M. Nuri PARMAKSIZ: Evet haklısınız. Onunla yapılan mülakatlardan hatırlıyorum. A. İlhan biliyorum “Ben asıl şiir zevkimi, babamın bana çocukken okuduğu divanlardan aldım. diyor.
B. Sıtkı ERDOĞAN: Buyurun. Şimdi ben de ‘‘Bir divan meydana getirdim.’’desem ne dersiniz? Bir divanım var elimde ve bu Türkçe yazılmış bir divan. İmalesiz, zihafsız bir şekilde. Zorlamalar yok.
M. Nuri PARMAKSIZ: Hocam siz bir yazınızda şöyle söylüyorsunuz. “Herkes şiir yazıyor. Herkesin özünde Allah vergisi duygularını dökme duygusu var. Her çiçekte bal var; ama onlar bal ürettiklerini bilmezler. Kendisi bal üretemeyen arı onları toplar. Petek yapar.” Benim soracağım şey şu. Benim anladığım kadarıyla siz diyorsunuz ki, “her şairin bir peteği olması lazım.” Bu peteği örebilmek için de gelenekten faydalanmak lazım herhalde.
B. Sıtkı ERDOĞAN: Evet, bu benzetmeniz çok yerinde oldu. Petek, gelenekten alınanla örülmeli.
M. Nuri PARMAKSIZ: Peki Sayın Erdoğan, büyük şair olabilmek için gelenekten yararlanmak şart mıdır ?
B. Sıtkı ERDOĞAN: Elbette, zaten şiiri şiir yapan ahenktir. Şiiri şiir yapan manadır. Kültürümüzü bilmeden, okumadan şiir yazmak çok zordur. Benim şahsi düşüncem şu: Günümüz şairlerinin çoğunun gelenekten yararlandığını görmüyorum. Bu şiir kültürümüz için iç açıcı bir durum değil; çünkü gelenekten yararlanan, yararlanacak şairler geleceğe kalacak diye düşünüyorum.
Mehmet Nuri PARMAKSIZ