Bazen akışına bırakmak ve sabretmek gerekir. Nasıl ki doğa kendisini mevsimleriyle, olaylarıyla, insanlarıyla kendisini yeniliyorsa. Zamanın akışıyla bekleyip görmek gerekir bir filim şeridi gibi izlemek gerekir hayatı.
Kim bilir?
Belki de sesimizi duyurabilmemizin en kestirme yolu susmaktır.
Bazen de “Yok”u anlarsın “Var” ile…
Bazen yakınındaki insan, zaman, ya da ortamın doğası veya olanakların yanlıştır.
Ya da seçimlerimiz doğru değildir.
Bazen; Paula Coelho’nun düşündüğü gibidir hayat:
” Hayat bazen insanları birbirleri için ne kadar çok şey ifade ettiklerini anlasınlar diye ayırır. ”
Böylesi anlarımızda ruhumuz hiç de şaka kaldırmıyor değil mi?
Şöyle hiç konuşmadan birilerinin ta gözlerimizin içinden kalbimizin içini görmesini isteriz: Hani;
” İyiyim diyorsun ama iyi olmadığını görüyorum. Dur gitme bensiz! Birlikte gidelim! ” diyecek birine çok gereksinim duyar insan.
Böylesi gönlümüzün gökyüzü bulut bulutsa rotasız yol alıp sol yanımızı sağmak isteriz…
Kendimize doğru yelken açarız. Sonra gönül linanımıza demir atarız. İşte o limanımızda sadece kendimiz oluruz. Orada önce bir kendimizi sınava tabi tutarız.
Hani öncelikle çuvaldızın acısını hissetmek isteriz ya .. .
İşte o yalnızlık limanımızda da acabalarımızı, belki ile keşkelerimizi, eğer ile meğerlerimizin nedenlerini, niçinlerinin sorularına yanıtlamakla geçer zaman…
Baktık ki puanlarımız yüksek, bu kez karşı tarafın sınav kağıtlarını okuruz. Notlar düşükse, özellikle yoksunluk varsa ” Sevgi, Güven, Saygı, Anlayış,” vb, hiç yoksa …
Hele bir de ihanet sorgulanıyorsa?
Vay ki vay!
İşte asıl can alıcı acımız o zaman başlar.
Kırılganlık gibi …
Yanılmak gibi …
Pişmanlık gibi…
Sonrası malum;
Ayrılık gibi.
Galiba en doğrusunu Can Dündar’ın dediği gibi…
“Gitmek gerekir bazen. Fazla yormadan, daha çok bıktırmadan. Eğer vaktiyse ardına bile dönüp bakmadan.”
Eyvallah gibi.!.
Emine Pişiren/ Kocaeli