Köyün girişinde, insani duyguları gelişmemiş ve gülmeyi unutmuş kişilere “Bayramsız yüzler” adını vermiştik. Sevinç ve aydınlığını kaybetmişlerdi. O yüzler, ayrımcı sistemin eseriydi. Sistem; eseriyle öğünebilirdi. Hatta öğüneceği kaynağa gülmeyen yüzleri de ekleyebilirdi.
Bayramsız yüzlerin, gençlik yılları rahattı, zorluklara uğramadan geçti. O yıllar, insanlar ürettikleriyle, yarınlardan umutluydu. Kimseye muhtaç olmadan, kendi yağıyla kavruluyordu.
Yıllara, mevsimlere ve günlere denk gelen bayramlara, karşı yüzler asık değildi. Sevgi ve saygı çerçevesinde, yarınlar esenlikle yaşanıyordu. Unutulmaz anılarla karşılaşıyor ve mutlu oluyorduk. Dostlarla geçen günlerin, değerini biliyor ve dostça birliktelik yaşıyorduk.
Felaketin kaynağı bayramsız yüzlerdi. Bunlar hilenin kucağına düştüler. Yaşadıkları olayları aklından dahi geçirmek istemiyorlardı.
Korku atmosferinde, yoksulluk sınırının gerisinde kendilerini buldular. Haksızlığın pençesinde çırpınıyorlardı. Buna rağmen, gerçeği dile getirmiyorlar ve boşa kürek çekiyorlardı. Onun için ayrımcılığın girdabını göğüslemek zorunda kalıyorlardı. Zekâ merkeziyle bağları kısıtlanmaktaydı.
Üzüntüye dayanamayan kalpler, sıkıntısını haykırsa da duyan olmuyordu. Karanlıktan bir ışık, bataklıktan bir içimlik su bekliyorlardı. Yüzler asık kaldıkça, başarı ümidimiz sürsün ararlardı.
Üretimi artırarak güzel günlerin yeniden gelmesini arzuluyorlardı.
Çürümüş meyveyi atmak yerine, olgunlarıyla karıştırıp halka sunmayı, başarı belleyen zihniyet, asık yüzlerin, duygusuz olmasını istiyor, demektir.
Baharın geldiği, yüzlerin güldüğü ve güneşin daha parlak doğduğu Ülkemizi genç nişanlılar gibi görmek istiyoruz.
Birlik ve beraberliğimizde, yüzler gülecek ve gözler ışıldayacak. “Birlikte yarınlar,” diyeceğiz.
Hasan TANRIVERDİ