Istılah da, (Kurban hakkında, Hâdis ilminde yer alan özel anlam ve tanıma göre) sadece “harem-i şerif’te, yani Kâbe-i Muazzama da” Hac farizasını yerine getirenler; Hacı olanlar kurban kesebilir. Akika, adak ve kefaret gibi haller dışında; Özellikle “Kurban Bayramı’na özgü ibadet” biçiminde algılanarak kurban kesmemek gerekir.
Zira Kurban kesmek ancak Hacda farzdır veya aynı manada vaciptir.
Peygamber Efendimiz sadece hacda kurban kesmişlerdir.
Kur-an’ı Kerim, sadece hac yaparken kurban kesmeyi emreder.
BUNA GÖRE:
“Kurban kesmek ancak, Hacc (Kâbe/Mekke-i Mükerreme/ Mescid-i Haram) da farz veya aynı manâda vaciptir. Bu iki terim aslında aynı şeyi ifade eder. Bunun dışında kurban kesmek müstehap (Sevilmiş şey, yapılması sevaplı olan. Peygamber Efendimizin bazen yapıp bazen terk eylediği, farz ve vacibin dışındaki sevaplı işler. Sevaplı iş, nafile, mendup, fazilet, edeb, tatavvu) kabilinden sayılmakla, hakikatte Bid-ad’ı hasene (faydalı bid-at’lerden)’dir. En açık, öz ve doğru tanımı: “Eti fakirlere dağıtıldığı takdirde hayırlı ve faydalı bir gelenek”tir.
Hacda kurban kesemeyenin 3 gün; döndükten sonra da 7 gün oruç tutması farzdır.
Artık Mekke’de kesilen kurbanların fakir ülkelere gönderilme imkânı vardır.
Geçmişte, Kâbe’de kesilen Kurbanların telef ve zayii olması Selefiyeci Vahhabilerin dar kafalılığından kaynaklanmakta idi.” (Fazıl Agiş, Emekli Öğretim Görevlisi, Müçtehid ve Fakih)
“Kurban kesmek, hac ibadetini yerine getirenler için bir vecibedir.
Ancak Türkiye’de ‘zengin’lerin yerine getirmesi gereken bir ibadet biçimi olarak algılanmaktadır. Bununla birlikte, kurban etinin bir kısmının fakirlere dağıtılması kaydı şartıyla bunun (uygulamanın) hayırlı bir “gelenek” olduğu söylenebilir. (Prof. Dr. Ömer Özsoy, Prof. Dr. İlhami Güler, Sistematik Kur’an Fihristi; 364)
“Kurban, fiilen haccı yaşayanların bayramıdır.
İhramlanıp Arafat’ta gündüzleyen, Meş’ar’e doğru akan, Müzdelife’de geceleyen hacılar, ertesi sabah şeytan taşlar, tıraş olur ve ihramdan çıkarlar. Artık hac tamam olmuş sayılır. Arafat’ta yaşadığı muarefe, yani Rabbiyle tanış olma sınavından geçen, Meş’ar’de gece boyu kendi içine dönüp şuurlanma sınavı veren hacı, artık bayram sabahına tıpkı Ramazan Bayramı sabahı yaşadığımız gibi, bir tür çözülme ya da serbestleşme ile girer.
İhramda iken tek bir kıl bile koparılmasına izin verilmez ve yeşil yaprağı koparması yasaklanırken, bayram sabahı bir canı, bir hayvanı boğazlamak üzerine vacip olmuştur.
Hacının ihramı, bu anlamda Ramazanın orucuna benzer. Oruçlu Ramazan Bayramına dili çözülmüş; hacı ise Kurban Bayramına eli çözülmüş olarak girer.
Kurban Bayramı sabahı, hacıdan bir önceki gün yasaklananları yapması emredilir.
Kıl koparamazken tıraş olması istenir.
Bir yaş yaprağı bile koparması men edilmişken kurban kesmesi istenir.
Eli çözülmüştür artık. Şeytanı taşlamaya da hak kazanmıştır. Müzdelife’de yaşadığı şuurlanma / bilinçlenme sırasında toprağı kazarak topladığı taşlarla birlikte, eliyle ettiği / edeceği ne kadar kötülük varsa şeytanın yüzüne savuracaktır artık…
Hacı Kurban Bayramının sabahına ferahlamış, sınavlarını geçmiş, engelleri aşmış olarak girer. Gün, kelimenin tam anlamıyla bayramdır artık.
Haccı yaşayanlar bu bayramı iyi bilir, iyi hisseder.
Kurban kesen elin kendi nefsinin (vücudunun) emrinde olmadığını, şeytana taş atarken eliyle ettiği şerlerin kendinden geldiğini, kestiği kurbanın ve hatta kendi kılının da kendi mülkü olmadığını bilerek eder bayramını. Öylece kurban ‘kurban’ olur; Rabbine “yakınlaşma” günü olur. Kurban bir can sınavıdır. Kurban bir yakınlık sevdasıdır. Kurban bir varlık sorunudur.
Elimizdeki bıçak önce canımızın boynuna değer, varlığımızın boyutlarını keser ve Rabbimizden uzaklığımızı ölçer.” (Senai Demirci, www.muhammedmustafa.net)