Bizim iş dünyası, bugün başlayıp hemen yarın kazanmak isteyen kolaycı bir anlayış. Ayrıca onun için işin mahiyeti ve stratejikliğinden ziyade, fizikî hacim daha ön planda. ‘Bu yazılımı ben geliştirdim’ demek yerine, ‘şu ucube beton yığınını ben diktim’ demeyi marifet sayan bir zihniyet o. Uzun süren tek parti iktidarları istisna ise de, siyaset kendini bir sonraki seçime mahkûm gördüğü için yapacaklarının hemen sonuç vermesini diler. Bu nedenle girişimciliğimiz inşatçılıktan öteye pek geç(e)miyor.
İhracatımızda yekûn oluşturan kalemlerin pek çoğu, ülkemizde üretimi yapılan yabancı ürünler. Üniversitelerde, derslere isimlerinin önü kalabalık ama içi boş kişiler yerine, ufuk açıcı, heyecan ve aşk aşılayan yetenekler girebilseydi ve devlet bu işi ciddiye alabilseydi, bu genç nüfus bilişim alanında seferber edilebilirdi. O zaman bugün yapılan iyi şeyler on kat, yüz kat artardı.
Bugün biz 4G’nin ihalesini öne çekerek, ülkenin ayağına pranga vurmanın peşindeki küçük adamların kirli planlarıyla uğraşır durumda olmazdık. Önceki gün ‘Bilişim Vadisi’nin temeli atıldı. Oysa bu bugün değil, 30 yıl önce yapılmalıydı. Ehli bilir ki, bu alanda kaybedilmiş 30 yıl, birkaç asra bedel…
Bundan 17 yıl önce Konya Sille’de “Sillekon Bilişim Vadisi” kurulması için girişimler yürütmüştük. Sabah yazarı Şeref Oğuz’da, o zaman ki BTHaber’deki köşesinde yazmıştı çalışmaları. Önemli ölçüde finansmanı da hazırdı, ama dönemin yöneticileri önemsemedi.
Bugün gelinen noktada mesele sadece ‘4G mi, yoksa 5G’mi olsun’, ya da ‘ihale 2015’de mi, yoksa 2016’da mı olsun’değil… Bu meselenin kişisel ve kurumsal veriler açısından iç ve dış mahremiyet / güvenlik boyutu her şeyden önemli. Herkesi içine çeken WhatsApp gibi OTT (Over the TOP) servislerinin yaygınlaşmasının doğurduğu riskler de var.
Belediyelerin su, gaz, haberleşme, atık, sinyalizasyon gibi pek çok alanı ilgilendiren konulardaki plansız, programsız ve rastgele yapılmış altyapı yatırımları, israf boyutunun yanı sıra gelecek planlarını da etkiler. Bugün 4G ve 5G’nin önündeki en önemli engellerden biri de belediyelerdir.
Her ne kadar tabiî bir hayat arzu etsek de, iddiası olan devletlerin pek çok alanda günümüz devletleriyle yarış halinde olması da kaçınılmaz. Ancak bunu yaparken, batılılar gibi insan yerine sadece kârı hedefleyen, merhamet yoksunu ve vahşi yöntemler yerine; insanı, onun sıhhat ve geleceğini merkeze alan projeler yürütebiliriz.
Acımasız devletlerin toplumları kontrol etme ve yönetmeye dair -adına silah denilmese de silahlardan daha tehlikeli- gayri insanı araçlarını tanıyıp, biryandan önlem alabilir, diğer yandan da insanî olanlarını geliştirerek yeni bir medeniyet inşa edebiliriz.
Lakin batılı kültürün akıl, bilinç, ruh ve bedeni esir alan kirlerinden arınmadan bu yeni medeniyeti inşa edebilmek mümkün değil. Bunu mümkün kılacak şey, hayatı çekilmez kılan ve adına “okul” denilen batılı “eğitim-öğretim” sisteminin dayattığı tarzı değiştirmek… Değiştiremez isek batının topal uygarlığının kopyasından başkası olamayız.
Özel sektörden siyasi partilere, derneklerden kamu kurumlarına, belediyelerden cumhurbaşkanlığına kadar basın davetleri gibi pek çok duyuru, WhatsApp üzerinden yapılıyor. Pek çok kamu yöneticisi bile gmail, hotmail, yahoo, yandex gibi eposta servislerini kullanıyor. Tabiri caizse herkes evinin, kurumunun anahtarını hırsıza teslim etmiş. Sonra da güvenlikten, mahremiyetten söz ediliyor. Yani yerel bir eposta servisi bile olmayan Türkiye’nin karmaşık sistemlerde lider olması -ümitsiz değiliz ama- hakikaten zor.
Bugün tartıştığımız 4G, yerli ve yeterli güvenlik önlemi olmadan, BTK gibi yetersiz bir kurumun yönetiminde servise girdiği anda, ülkede mahremiyet diye bir şeyin kalmayacağını akıldan çıkarmamak gerek.
Zira gerekli önlemler alınsa dahi, yabancı OTT servislerinin önünün açılması ve yaygınlaşması demek, sadece ses operatörlüğünün sonunu getirmez, aynı zamanda hem hizmet alıcıları, hem de devletlerin mahrem bilgilerini kendi elleriyle “düşman” eline teslim etmek anlamına gelir.
Yapıp ettiğiniz her şey, özellikle NSA, CIA, MOSSAD ve MI6 gibi örgütler özelinde, şeytanî yapıların eline geçer. Ses, görüntü ve belge analizleri neticesinde bir toplumun kodları çözülebilir, hayatta kalabilmiş tüm değerleri tahrif edilebilir.
Devletleri asıl endişelendiren şey, kontrol edemedikleri bu kriptolu yapıların, güvenliklerini tehdit eder duruma gelmesi olabilir, ama bu sadece devletin değil, aynı zamanda milletin tümünün gelecek sorunudur. Bu yüzden yerli bile olsa güvenlik açığı olan herhangi bir teknolojiye geçiş, üç-beş bürokratın insafında olamaz, olmamalı.