12 Eylül ihtilalinin ertesi aylarıydı… İşim gereği, Mersin’e gitmiştim.
O günleri yaşayanlar bilirler, her kentin garnizon komutanı, aynı zamanda o kentin en yetkili mülki idare amiri olmuştu.
Valisinden, kaymakamına, belediye başkanından emniyet müdürüne kadar, hemen hemen tüm kamu yöneticileri, garnizon komutanlarından izinsin parmaklarını oynatamazdı.
Gerçi, daha sonra demokrasiye geçtik de(!) bu acaip durum ortadan kalktı.
İşte o yıllarda Mersin’de, her trafik ışığının altında bir asker duruyordu. Çok garibime gitmişti.
Kentte ne kadar trafik ışığı varsa, mutlaka altında bir inzibat askeri bekliyor ve Mersinlileri, trafik kurallarına uymaya mecbur ediyordu.
Sordum da öğrendim… O dönem, Güney Deniz Saha Komutanı olan paşa, aynı zamanda garnizon komutanı ve en yetkili amir sıfatıyla, trafik kurallarına uymayan Mersinlileri ancak bu yöntemle hizaya getirebileceğini düşünmüş.
Yaptığı bu ve buna benzer uygulamalarla adı yanılmıyorsam deli paşaya çıkan bu paşa, aslında belki de bizim insanımız için en doğrusunu yapıyordu. Ve, Mersinliler de aslında kendilerinin ancak bu şekilde kurallara uyabileceklerini biliyorlardı.
Her ışığın altında bekleyen inzibat askerleri, ışığa mışığa bakmadan, elini kolunu sallaya sallaya karşıya geçenleri, yolun ortasında durdurup geri çeviriyordu. Eh o yıllarda askerden çekinme de had safhada olduğu için, hiç kimse karşı da çıkamıyordu.
Eğer efelik yapmak isteyen olursa da, askerler tarafından anında hadleri bildiriyorlardı. Zaten, bunları gören diğerleri de, ister istemez kurallara uymak zorunda da kalıyordu.
Görevde bulunduğu müddetçe, Mersinlilere bu ve benzeri uygulamalarla, kurallara uymayı öğreten paşadan sonra, insanlar alışkanlık icabı başta trafik kuralları olmak üzere, diğer kurallara uyan bir halk topluluğuna dönüşmüştü.
Doğru muydu peki?
Tabii ki değildi. Herşeyin önce eğitimle verilmesi gerekiyordu, ama nedense biz Türk insanı olarak çok cevval bir toplum olduğumuz için, kural-mural tanımak bizim kitabımızda pek yer almıyordu.
Bunun için de, paşanın yaptığının zaman zaman günümüzde de yapılması gerekir diye düşünüyorum. Baksanıza zaten ne eğitimi veriliyor, ne de kültürü…
Böyle bir girizgahı neden yaptığıma gelince…
Yıllar yılı Bandırma’daki trafik keşmekeşinden, hepimiz şikayet eder dururuz.
Yollarımız dar deriz, yollarımız yetersiz deriz, araçlarımızı park edecek otoparklarımız yok deriz…
Hep şikayet hep şikayet, anlayacağınız.
Önceki gün, muhabir arkadaşlarımız çok güzel bir tezatı yakalamışlar. Buradan kendilerini bir kez daha kutluyorum.
Yeni yapılan balık halinin önünde, bayağı geniş bir otopark bulunuyor biliyorsunuz.
Nereden baksanız, birkaç yüz araç alır. Ama bomboş her nedense!..
Öte yandan ana cadde üzerleri başta olmak üzere, ara sokaklar ise neredeyse araçların üst üste park ettiği bir durumda.
Yahu, hani bu kentte yıllar yılı otopark yokluğundan dem vurulurdu!.. Ne oldu?
Yokken, mangalda kül bırakılmazdı. Araçlara ceza yazan polislere karşı çıkmak için “Otopark göster de oraya bırakalım…” derlerdi.
Hatta, hiç unutmuyorum, daha Cemal Öztaylan belediye başkanı dahi seçilmemişti, partisinin bir toplantısına katılmak için arabasını, Atatürk Caddesi üzerindeki parti binasının karşısındaki kaldırım kenarına bırakmış… O yıllarda beyaz bir BMW’si olan Öztaylan’a trafik polisi izin vermemişti… Öztaylan da, çok sinirlenmiş ve bu durumu toplantıyı izleyenlere aktardıktan sonra, “Ben şimdi ne yapayım? Arabayı alıp da cebime mi sokayım?” diye durumu aktarmıştı…
Nereden nereye geldik. Bugün Bandırma’da, belediyenin belirttiğine göre kent içinde 600-700 araçlık kapasite mevcut.
Mevcut, ama biz yine de otopark yerine, yasak olan yerleri tercih etmeye devam ediyoruz.
Hele ara sokakların durumu bir felaket. Yayalar, resmen arabalar arasından slalom yaparak kendilerine yol bulmaya çalışıyorlar.
Anlayamadığım bir konu da, bugün 40-50 bin YTL verip de lüks araç alanlar, neden otoparka verecekleri 1-2 YTL’ye kıyamazlar?
Madem paraları bu kadar kıymetli, ya araç almasınlar ya da araçlarını kullanmasınlar…
Bu söylediklerimin arasında, zamanında en çok otopark yok diye belediyeye yüklenenler de var haaa.
En çok da zaten onları yadırgıyorum.