Sahaya maç saatinden önce indik. Heyecanımız doruk noktasındaydı. Maçı alan şampiyonluğu aralıyordu. Top yuvarlaktır, denilse de “Görünen köy kılavuz istemezdi.”
Karşılaşmaya bir saat daha vardı. Bu süreyi değerlendirmek için, şoseyi geçip denize indik. Dalgaların nazik fısıltısına kendimizi kaptırdık. Suyun hareketi ayaklarımıza çok iyi geldi. Bir süre çakıl taşlarıyla oyalandık. Kayıkçının yanına kadar gittik.
Kayıkçı, “Delikanlılar, fırından kim bana ekmek alır.” Dedi. Aynı anda kardeşime baktık. “Tek solukta gelir” dedik.
Kardeşim gittikten sonra, kayıkçıya sordum. “Tenha bir yerde kıyıya çıkmak zorunda kalsanız, ekmeği nasıl temin ediyorsunuz.”
Kayıkçı ekmeği temin etme olayını şöyle anlattı.
İçinde bulunduğumuz durum, dışarıdan görüldüğü kadar iyi değildir. İyiye gideceği de söylenemez. Çünkü, denize kayığı sürmek, açılmak ve balık tutup kenara gelmek gerçekten zordur. Zoru başarmak, ekmeğimiz için şarttır. Allah ne verdiyse deyip dalgalara atılırız. Gün olur, işimiz rast gider. Gün olur, yağmur, rüzgâr ve de güneş denize çıkamayız.
Yavrum, deniz söz dinlemiyor. Dağ bulutlanır, deniz de niyetini bozar. Bulut çekip gider, deniz kabarır. Hava bozarsa, deniz de havayı taklit eder. Huysuz eşek gibi, semerini atmak ister. O zaman, kayığı suya sürmek, herkesin harcı değildir, bilek ve yürek ister.
Sözün kısası, canımızı dişimize takar, küreğe asılırız. Hayat gailesiyle öyle meşgul oluyoruz ki, meyvemizi bile toplayamıyoruz. Bu kadar zorlukları aşıp aldığımız balığı pazara götürmek, yiyeceğimiz ekmeği almak, görüldüğü gibi olmadığını anlıyorsunuz.
Gün geçtikçe de meyvelerin üzerindeki çiçekler gibi, kuruyoruz. Hayat acımasız, karşısında güçlü durmayı bilemezsen seni ezip geçiyor. Hayatın içinde kalabilmek, geçinmeye çalışırken ve çocukların okumasını da sağlamayı istemek dalgalarla cebelleşmekten çok daha zor. Kimseye yaltaklanmadan, işleri başarmak, hayatın çilesi. Yoksa ekmek bulmak, hamur yoğurup pişirmek işin gerçekten kolay tarafı.
Bugün yağmur yağsa da yağmasa da balık işi zorda. Çünkü, deniz kirliliğinden dolayı balık derin sulara kaçtı. Balığın üreme alanları tahrip ediliyor. Çoğalmaları şansa kalmış bir durumdadır.
Çok zor ayakta duruyoruz. Soluk almada adeta güçlük çekiyoruz. Kimsenin olmadığı bir sahile çıkmak zorunda kalırsak, ekmeğimizi kendi yöntemlerimizle pişiriyoruz.
Un ile suyu belli oranda karıştırıyoruz. Karışımı iyice yoğuruyoruz. Yoğurma işlemine özellikle dikkat ediyoruz. Hamur lastik gibi, uzanır duruma geliyor. Tuzunu da katıyoruz. Yoğurmaya başladığımızda kumda açtığımız bir ocağın içinde ateş yakıyoruz. Ateşe odun dolduruyoruz. Sonra ocak yani kum iyice kızıyor. Bu arada hamur yoğrulmuş ve de biraz dinlenmiş durumdadır. Ocağın külünü aldıktan sonra, hamuru ocağın içine bırakıyoruz. Kenarlardaki kızgın kum ile hamurun üzerini kapatıyoruz.
Hamur kızgın kum içerisinde kalıyor. Sonra ocağın üzerinde ateş yakıyoruz. Yalnız ateşi fazla yakmıyoruz. Ateş ocaktaki hamuru pişirecektir. Ateşin bir özelliği de balığın kızarmasını sağlamasıdır.
Ocakta “Balıkçı somunu” Nar gibi kızarmıştır. Balıkla beraber kendimize, dalganın eşliğinde tadına doyum olmayacak bir ziyafet vermiş oluyoruz.
Balıkçı, “Bir gün karar edin, size balıkçı somunu ve balık kızartayım,” Dedi.
Balıkçı amcaya teşekkür ettik ve maça koştuk.