Büyük kayayı kırıp oluşacak alanı, kullanılır hale getirmek istiyordu. Domates, salatalık ve biberleri dikecek ve “bahçe bereketi,” diyecekti.
Almanya’dan emekli olmuştu. Orada tane ile aldığı sebzelere karşılık, toprağındaki, bollukla karşılaşınca, sebzelere olan anlayışı, alt üst oldu. Fabrikanın dar koridorlarına geçen yaşantısına üzüldü. Emekli olmuş ama el yeri, bu kadar sıkıntıya değer miydi? Diyordu. Öyle bir sıkıntı ki gün yüzü görmemiş ve “sarı benizli” durumuna düşmüştü.
Emekli, bahçedeki kayayı, işgal gibi algılıyor ve onu yok edip yerini sebzeliğe dönüştürmek istiyordu. Babasına doğaçlama laf attı. Peşinden kayayı patlatır ve yerine domates dikerim, dedi.
“Ben yaparım” havasındaydı. Heyecanlı ve çabuk konuşmasına, bir de gözünü kısarak bakma şekli çıkarmıştı. Fakat her defasında, emekli olduğuna seviniyordu.
Babası hırıltılı bir solumadan sonra, “Kaya, ailemiz adına şanstır. O bahçenin gülüdür,” dedi. Babanın sözünü duyduğunda, çalıştığı fabrikanın soluk alınmayan dar koridorları gözünün önünden geçti. Emekli, yediği yumruğun etkisiyle, ayakta sallanan boksöre benzedi. Sarsıldı ve ağzını açamadı. Çünkü babasının böyle bir söz sarf edeceğini beklemiyordu.
Emekli iyi niyetliydi ama hayatın sosyal yönünden habersizdi. Bilmediğini soracaksın, fabrikada işletme müdürü olsan bile bahçeyle ne ilgi kurabiliyorsun.
Morali bozuktu, kahveye vardı. Masada arkadaşına çay söyledi, birlikte içtiler.
Arkadaşı, moralin bozuk, neye canın sıkkın, dedi.
Bahçedeki kayayı kaldırmak istiyorum da dedi.
Arkadaşı; yapılacak olan bellidir. Büyüklerin tecrübelerini almalısın. Bugüne kadar niçin kaldırılmamış diye köyde soruşturma yapabilirsin. Akıllı düşünmek, güneştir. Hırsıyla hareket eden ise buzda kalmış sayılırsın.
Kanatsız kuşun, yuvadan düşmesi gibi, kahvede insanların önüne düştü.
Kahvede kaya için kırılmaz, diyen çıkmadı. Düşüncesinin kabul gördüğünü zannetti. Masada oynayanlara baktı, onlar da suskundular. Ona göre, hoş olmayan, insanı hoş hale getirmezdi.
Emekli köyün sosyal yapısını bilmiyordu. Onun için büyüklere ve kasabadaki esnafa sormalıydı. Böylece bir iş yapmanın boşuna heyecanını yaşamamalıydı.
Babasıyla ikinci defa konuşmak için kalktı. Yüreği çarpıyordu. Fabrikada çalış, emekli ol ve gel köyde “kayaya toslama” olayını kabullenemedi.
Babasına; bahçede yeni bir patates yeri açarım, diye düşündüğünü söyledi.
Baba, oğlum biliyorsun ki doğrulardan şaşmam. İstediğim bir bardak su ve bir parça ekmek, verirseniz memnun olurum. Kaya bahçemizin direğidir. Evin direği gibi, düşün. Çünkü kaya olmazsa toprağımız heyelana uğrar. Toprak da ok gibi gittiği yerden bir daha geri gelmez.
Başka bahçelerde kayalar ve tepeler aynen yerini korur. Nedeni heyelanı önlemektir. Oğlunun akılsızlığının fark eden baba “fay hattındayız,” dedi.
Emekli, kasabada hemen herkese sordu. Aldığı cevap şaşırtıcıydı. İnsanlar, babası gibi konuşuyordu. Hatta amca dediği fırıncı, “taşı biz yok ettik ama heyelan bahçemizi götürdü. Toplumun ön yargısını hiçe saymamak gerekir,” dedi.
“Büyük sözü” tekrarlayarak eve geldi.
“Dürüst, açık kalpli ve şeffaf olmak esastır,” dedi.
Babasına herkes seni doğruladığını söyledi. Kayanın kalmasını artık kabul etmişti.
Emekli kayanın kalkması sevdasından vazgeçmişti.
Hasan TANRIVERDİ