Babil’ in Asma bahçelerine; bir ihanetin öyküsüdür, gölge düşüren. Aşkın bir nefeslik cehaletine kapılan, vurdumduymaz bir aşığın kapısına asılan mor renkli heybesidir, ihaneti gizleyen.Bilinmeyenlerin yaşandığı tapınak sevdalarının, Tanrılara bağlandığı bir pencereden yansımasıyla bakıyordu, Semiramis’ e Nabukadnezar. Tüm aleme beğendirdiği Asma bahçelerini kraliçesine beğendiremeyen, bir kralın sevdasını gizleyen, bahçe duvarlarındaki ağaçların yapraklarıdır.
“Kimdi Babil’in kuşatan,
Aşk kuytularında kucak kucağa.
Günah perdesi çekilmiş arsızlığına
Tutkudan görünmüyor sevaplar.. A. GÜL
Her taraftan bir saç örgüsü gibi; kralın tutkulu aşkını saklayan yaprakların bile, gözyaşları vardır, bahçe duvarlarında. Ağladıkça yeşermiş dallar, toprak şenlenmiş;kralın yüreği acıdıkça, kraliçenin gözleri memleketini arar olmuş..
Asur’daki hayatından bir türlü kopamayan kraliçenin: Sıla mı?
Hasret mi? Aşk mı? Üçlemin de gidip gelen kalbine bir nebzede olsa, huzurun bade dudaklarından öptürmek isteyen kral, bir türlü memnun edemiyormuş sevdiğini.
Lakin gönül söz dinlemeyerek, Asur prensesine vurulmuş bir kere! Kırk dereden su getirmenin kolay geldiği zamanlar da, bu aşk hikayesinin acı çeken adamı her türlü zenginliğe sahiptir. Sahip olamadığı aşkı için yaptıracaktır, Asma Bahçelerini.
“Babil kilitli kutu gözlerimde
Dur diyebilmek isterdim bakışlarına
Asma suratını Artemus
Dayanmış kapına aşkın kan damlayan elleri” A. GÜL
Zenginliğin asırlara geçen altın renkli devletidir, Babil topraklarını tarihe yaklaştıran. Allah’ın lütfettiklerini, nankörce harcayan ve ruhani sefaleti doruk noktasında yaşayanların askıda kalan yanıdır, Babil. Tanrının onlara sunduklarına rağmen; kralın ve soyunun ibadetini, başka Tanrılara ibadetle sonuçlanan yüzsüzlüktür, Babil.
Altın’dan saraylarda yaşayan kral ve ailesinin, halkı köleleştirerek kan kokusuna bürüdüğü, zaman çemberinin de bir gün kırılacağı hiç aklına gelmemişti. Saraya çıkılan dünyanın hayranlıkla diline düştüğü yollar, bir gün gelip de onlara mezar olacaktı işte.
Kral su yerine şarap içiyordu, Babil sokaklarındaki can çekişen gerçeği, kapatmak adına üzüm bağları yapılıyordu artık.
Kraliçesini memnun edemeyen kral, acısını halkın gölgesinden bile çıkarıyordu. Güneş sadece “Artemus Tapınağı’na” doğsun diye kapatılıyordu, Babil toprakları karış karış. Şarap mahzenlerinden çıkmayan zalimliğin sembolü Nabukadnezar birinin dur diyeceği günlere az kalmıştı.
Babil’de aşk, kayıp sırlarıyla birlikte maddeye bulanmıştı. Ölümlerin arka planından yansıyordu, yok edilişin varlığa yaklaşan tarafından alkış tutuyordu, dünyaya küstahça..
Babil’in Tanrılarına inanmayan kraliçeye kral öylesine düşkündü ki, onun ibadet edebilmesi için özel bir tapınak yaptırmıştı.
“Hey batık şehrin dualı güzelliği
Sokaklarına ayak sürülmeyen şehrin
Cazibeli prensesi Semiramis” A. GÜL
Kraliçe öylesine güzeldi ki! Nabukadnezar ona bakınca; onun tanrıları bile kıskandıracak güzelliklere sahip olduğunu düşünüyordu. Oysaki kraliçe akıllı, kendi halinde ve doğru, zeki bir kadındı.
Kraliçenin mutsuzluğuna ilaç olacak diye, rahibin yaptığı iksirin şifa olabileceğini düşünmüştü. O dönemler de insanlar, Madhu iksirinin tılsımlı şifasından medet umardı, çoğu kez. Ya da evliliğe adım atacak genç çiftler, bu beraberliğin bal gibi tatlı ve huzurlu olması dileğiyle yine Madhu iksirine başvururlardı.
Kraliçenin mutsuzluğuna çocuğunu düşürmesi de tuz biber ekmişti. Artık kendine gelemiyordu. Toparlandığı sıralarda kendini iyice ibadete vermişti. Kral gücüne güç katmak isterken, sevdiği kadının mutluluğuna gölge düşürmemek için çabalıyordu. Kavgalarla, zalimlikle topraklarını yönetiyordu.
“Kavgaların kanlı döşeğine sende yazıldın,
Gözlerine biriken zalim gösteriyle, Nabukadnezar!
Zaman yüzünü güneşe döndü artık
Kahkahaların kan kırmızı tebessümlerine sıkışmış.” A. GÜL
Ve Madhu iksirinin gücüne inanan Nabukadnezar, rahibe bu iksiri hazırlatıp, kraliçenin düzenli bir şekilde içmesini sağladı. Kralın zalimlikleri karşısında ezilen yoksul halk, kraliçenin varlığından memnundu. Onun günden güne iyileşmesine seviniyorlardı. Bir süre sonra iksirden, kralda içmeye başlamıştı. Fakat kralın bilmedi bir gerçek vardı, bu iksirden çok içildiğinde aşırı yorgunluk hissi veriyordu. Günden güne uyuşan bedenine, hâkim olamaz hale gelmişti, halisülasyonlar görmeye başlamıştı.
Kral ve halkına Tanrı’nın ders vereceğini günde, gelip çatmıştı artık. Günden güne zenginlik ve bolluk içindeki Babil şükretmeyi unutmuştu. Aşk, şarap, lüks, zevk ve dünya saltanatı gözlerine perde olmuştu. Ve o gece Babil’in üzerinde kara bulutlar çökmüştü. Kral bir korkuyla uyanmış, ama karısına bir şey söyleyememişti gördüklerini!
“Ateş kaplayan bedenine su damlıyor,
Ter kokuyor yüzüstü sevişmeler!
Gün yüzüne çıkmayan kıskançlık, sarıyor aklı
Ve hasta, bezgin bir pencere kenarında
Kapanıyor hayatın kara gözleri.” A. GÜL
Gücüyle övünen Nabukadnezar, olduğu yerden doğrulup kalkamamıştı. Nedenini anlamamıştı önce. Kendini zorladı, ama olmuyordu. Birden gözleri bacaklarına gitti ve hayretler içinde kaldı. Bacaklarının bir bölümü Altın’ a dönüşmüştü. Dışarıya doğru baktığında, pencereden gördükleri onu dehşetle sarsmıştı. Halkı sular altında kalmıştı. Çığlıkları yeri göğü inletiyordu. Ve kraliçe duymuyordu! Bu olanları.
“Bir çığlıktır, Babil’in sokak aralarına gizlenen
Sevgilinin ten kokan ellerine, sarılan bir düş
Aykırı duaların, tanrılara göz kırpışıyla
Sarıp sarmalayan dudaklarını.
Bir öpücük tadına iz bırakan
Şarap tadında!… A. GÜL
Kralın bedeni; bronz, altın, demir ve kilden oluşan bir heykele dönüşmüştü. Sel suları sarayı da almıştı içine. Ateşten bir ırmaktı her yer. Ve sonun başlangıcıydı, Babil’in yeraltına, sulara gömülüşü. Bir millet kanla yoğrulan, bolluk içinde sefaletle yaşanan, bir hayatı böyle toprak altında yaşayamıyordu, artık. Sular bahçelerine mezar, zenginliklerine dalga olup tarihe kazımıştı sokaklarını.
SELAM VE DUA İLE
Çok belgesel ve duygusal bir tarz olmuş. Nefis bir yazı, tebrikler Aysun.