Gün/aydın dostlarım…
Yaşamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
AYRIMCILIK MI KAYRIMCILIK MI?
İnsan, yeryüzüne adımını attığı ilk andan itibaren büyük bir hikâyenin içine doğar. Yaşadığı çağ, içinde bulunduğu toplum, kültürel ve sosyal atmosfer bu büyük hikâyeyi belirleyen temel unsurlardır.
Kendi varlığını hikâyelerle anlayan, inşa eden insan, aynı büyük hikâye içinde şahsi hikâyesini de inşa ederek yaşamını sürdürür.
Her adım, her nefes, alınan her karar, yürünen her yol yaşayarak yazdığımız metnin cümleleri gibidir.
Ve her devletin kendi anayasasında eşitlik ilkesi yazılıdır.
Ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyetinin de Anayasasında da insanlar arsında Eşitlik İlkesi maddesi vardır. Eşitlik ilkesi en temel insan hakkı olup, hukukumuzun da vazgeçilmez prensibidir.
TÜRKİYE CUMHURİYET Anayasası’nın 10. maddesinin birinci fıkrasında; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin, Kanun önünde eşittir.” Denilmiştir. 3. fıkrasında, bu ilkenin doğal sonucu olarak “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” kuralı öngörülmüştür.
Madde gerekçesine göre, “… insanın insan olması dolayısıyla doğuştan bir değeri ve haysiyeti vardır. Bu onun tabii bir hakkıdır. Bu hak dolayısıyla herhangi bir niteliğe veya ölçüye dayanılarak insanlar arasında ayrım yapılamaz, insanlar arasında kanunların uygulanması açısından da hiçbir fark gözetilemez. İnsanlar arasındaki eşitliğin temellerinden birini de böylece kanunlar önünde eşitlik ilkesi sağlar”.
(Ek fıkra: 5170 – 7.5.2004 / m. 1) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir ve herkese eşit şekilde hak arama hürriyeti tanımaktadır. Hiç kimseye ayrımcılık hele hele kayırmacılık yapılmamalıdır…
Nedir ayrımcılık;
İnsanlarda görülen nice kötü eğilim doğada bulunmaz. Örneğin, güneş doğarken kimseye ayrım yapmaz. Ay parlarken insanlar arasında ayrım gözetmez. Yağmur yağarken zengine ayrı, yoksula ayrı yağmaz. Bulutlar filleri sevip, eşekleri sevmezlik yapmazlar. Arılar bal yaparken beyaz derili insanlara ayrı, sarı derili insanlara ayrı, siyah derili insanlara ayrı bal yapmazlar. Doğada ayrımcılık yoktur.
Bebekler de ayrımcılık bilmezler. Ama kafaları ayrımcılığın en kötü çeşitleri ile dolu yetişkinler ile dolu bir dünyaya doğarlar.
Yetişkinlerin kafalarına bulaşmış ayrımcılık çeşitleri özünde akıl dışıdır. Beyaz derili oldukları için kendilerini başkalarından üstün gören insanların var olması gibi.
Irk, etnik köken, ulusal aidiyet, sınıf, kast, din, kanaat, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, dil, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, cinsiyet özellikleri, yaş, sağlık durumu veya diğer türde durumumuz her ne olursa olsun hepimiz eşit muamele görme hakkına sahibiz. Buna rağmen, ayrıcalıklı ve güçlü konumdaki gruptan ‘farklı’ bir gruba aidiyeti nedeniyle insanların zulme uğradığı üzücü hikâyeleri sık sık duyuyoruz.
Ayrımcılık; politika, yasa veya muamele bakımından haksız bir ayrım nedeniyle, kişinin insan haklarından ve diğer yasal haklarından, başkalarıyla eşit bir biçimde faydalanamadığı durumlarda ortaya çıkar. Uluslararası Af Örgütü’nün çalışmaları, ayrımcılık yapmama ilkesini esas alır.
Ayrımcılık, çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilir:
Doğrudan ayrımcılık; insanlar arasında yapılan belirgin bir ayrım nedeniyle, bazı gruplara mensup kişilerin haklarından faydalanma imkânının başkalarına oranla daha sınırlı olmasıdır.
Dolaylı ayrımcılık; bir yasa, politika veya uygulamanın tarafsızmış gibi sunulduğu (yani belirgin bir ayrımın yapılmadığı), ancak belirli bir grubu veya grupları orantısız etkilemesidir.
Kesişimsel ayrımcılık; çeşitli ayrımcılık biçimlerinin bir araya gelerek, belirli bir grubu veya grupları daha da dezavantajlı hale getirmesidir.
Tüm ayrımcılık biçimlerinin temelinde, kimlik kavramlarına dayalı önyargı ve kimliğini belirli bir gruba aidiyet temelinde tanımlama ihtiyacı yatar. Bu durum ayrımlara, nefrete ve hatta farklı bir kimliğe sahip oldukları için diğer insanlara yönelik insanlık dışı tahayyüllere neden olabilir.
Bazı hükümetler ayrımcılığı açıkça ahlak, din veya ideoloji adına gerekçelendirerek, kendi iktidarlarını ve müesses nizamı güçlendirmeye çalışıyor.
Ayrı, ayrım, ayırma, ayrımcılık, negatif ayrımcılık, pozitif ayrımcılık gibi bir dolu terim aynı kökenden gelen ancak her haliyle farklılıkları içeren kelimelerdir. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu kavramların dilimize bu kadar yerleşmesinin en önemli sebebi belki de pek çok milletin hatta devletin kendisini diğerlerinden belli başlı ölçülerde ayrı görmesi veya kendisine bu ayrımın uygulanmasıdır.
Ayrımla ifade edilmek istenen şey kabaca “Bir kimse veya nesnenin bir başkasıyla karıştırılmamasını sağlayan ayrılık, benzer şeyleri birbirinden ayıran özellik, başkalık, fark”tır. Son derece sade ve basit bir anlam ifade eden ayrım işi, sürekli ve tekrar tekrar yapılan bir âdet hükmünü alınca kendisindeki olumlu anlam da dönüşüm geçirmekte ve ayrımcılık olarak adlandırılan “bir toplulukta ırk, cinsiyet, toplumsal konum veya dinî farklılık sebebiyle bir gruba ayrımlı davranma olgusu” halini almaktadır.
Günümüzde ayrımcılık kavramı pozitif ve negatif ayrımcılık olarak da kullanılmaktadır. Pozitif ayrımcılıkla “toplumdaki diğer kişilerle eşit koşullarda yaşamadığı düşünülen belli gruplara çeşitli ayrıcalıklar tanıyarak onları destekleme” kastedilmektedir. Tarihin uzun dönemlerinden beri insanların kâbusu haline gelen negatif ayrımcılık ise bu durumdan çok daha farklıdır. “Bir kişi veya gruba yaş, ırk, renk, milliyet ya da etnik köken; cinsiyet, medeni durum; özürlülük; dinî inanç, toplumsal konum veya diğer kişisel özellikler nedeniyle başka kişi veya gruplara göre farklı davranılması” durumu söz konusudur. Daha açık bir ifadeyle insanlar ya da grupların, sahip oldukları bazı özellikleri veya kendilerine isnat edilen bazı konular nedeniyle farklı bir muameleye tabi tutulmalarıdır. Böylece bu ayrımın uygulandığı taraf “ötekileştirilmiş” ve bazı olanaklardan mahrum bırakılması “meşru görülmeye” başlanmış, bu ayrımın dayanak noktasına göre aldığı isimler de farklılık göstermiştir.
Örneğin;
a) “insanların sahip oldukları kültürler (din, dil vb.) dayanak gösterilerek uygulanan ayrım” kültür ayrımcılığı;
b) “bireylerin, toplumsal kümelerin veya toplumların ırk özelliklerinden dolayı eşit olmayan işlemler karşısında bırakılmaları, ayrı tutulmaları, dışlanmaları, sınırlandırılmaları veya üstün tutulmaları” ırk ayrımcılığı;
c) “karşı tarafa, cinsiyetine göre çeşitli yargılar beslenmesi ve bunun nefrete varan durumlara sebebiyet vermesi şeklinde görülen” ayrımcılık da cinsiyet ayrımcılığı olarak tanımlanmıştır.
Pek çok hak ihlaliyle harmanlanmış olarak karşımıza çıkan ayrımcılık, birçok uluslararası sözleşmede ve ulusal mevzuatta yasaklanmış olmasına karşın özellikle risk altındaki gruplar açısından sıklıkla karşılaşılan bir olgudur. Dezavantajlı grupların insan haklarına erişimini engelleyen ayrımcı pratikler giderek söz konusu gruplar tarafından kanıksanmakta, gündelik hayatın bir parçası olarak algılanmaktadır.
Artık gündelik hayatın olağan akışının bir parçası olarak karşılaştığımız, çoğunlukla üzerine düşünmediğimiz ayrımcılığı görünür kılmak ve ayrımcılıkla mücadele etmek eşitliğin tesisi açısından son derece önemlidir. Ne var ki ayrımcılığın toplumsal olarak içselleştirilmiş olması, mağdurlar için etkili önleme ve tazmin mekanizmalarının olmaması, mağdurlarının mevcut hak arama yollarına başvurmaması ayrımcılığı görünmez kılmaktadır.
Devletler teorik olarak pek çok insan hakkının arkasında, ayrımcılığın karşısında yer almakta; ancak uygulamada ayrıma tabi tuttukları insanları ve grupları “demokratikleştirme ve ehlileştirme” adı altında küçük azınlıklar olarak hor görmekten ve baskı altına almaktan geri durmamaktadır. Devletlerin bu tutumu “elitler”inin de çıkarları uğruna ayrımcılık yapabilmelerine sebep olabilmektedir. Çalışmalarının önüne taş koyabilecek herkes artık bu elitler için birer “hayattan ayrıştırılması” veya “kendi çıkarlarına hizmet edecek terbiyenin verilmesi” gereken kişiler olarak görülmektedir. Elitler kendilerine engel olacak taşları ortadan kaldırmak isterken yeni taşların oluşmasının da önüne geçmektedir. Bunu yaparken mümkün olan her alanda ve özellikle kitle iletişim araçlarına hâkimiyeti veya hâkim olanlarla iş birliği yapmayı öncelemektedir.
Evet bu gün buraya kadar dostlarım. Bilmem anlatabildim mi sıkıntıyı, sıkıntı demeyelim de meseleyi diyelim. Çünkü bizim vatanımızda bu konuda hiçbir sıkıntı yok!!!…
Şimdi yola düşme vakti dostlarla birlikte, benim çocukluğumun geçtiği, anılarımla dolu bir zamanlar sevdiklerimin yaşadığı topraklara doğru ve kardeşi kucaklama vakti…
Kim ki; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ ve Bizi daha çoğul BİZ olmaya bekliyorum…
Sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… ve gelecek günleriniz sağlık, bereket ve huzurlar getirsin sizlere…
Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun…
Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyi unutmadan hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#