Her ayrılıkta bir hüzün vardır. İnsan gezdiği arkadaşlarını, çay içtiği mekanları, her gün evden çıkarken kapıda bekleyen o sevimli kedileri, demir kapının sesini bile özler.
Bazı şeyler var ki hiç unutulmaz mesela arkadaşın telefon eder bir yerde buluşursun, sohbet toplantılarına gidersiniz, memleket meseleleri tartışırsınız oradan bir ışık kaparsınız. Tarihi yerleri gezersiniz, gördüğünüz o muhteşem şaheserleri unutamazsınız
Hele İstanbul boğazını o muhteşem yalıları, sarayları müzeleri hiç unutamazsınız. Binlerce insan sabahın köründe işe gider. Otobüsler, metrobüsler, metrolar, tramvaylar günün her saatinde tıklım tıklım. Her köşe başında yalın ayak, yarı çıplak çocuklar. Kucağında bebeler el açan zavallı kadınlar. Parklarda, köprü altlarında, ceketine sarılmış sabahlayan zavallı insanlar. Soğuktan kaçıp mescitlerde uyuyanlar. Diğer taraftan lüks içinde, pahalı arabalarda, dört çarpı dört ciplerde, genellikle tesettürlü bayanları görürsünüz.
İstanbul hiç unutulacak bir şehir değil. Sanki dünyanı her yanından insanlar gelmiş buraya sığınmış gibi. Gelende bir daha zor gidiyor. Keşke tarihi özelliğini korusaydı. Ama ne mümkün her yer beton yığını. Sanki rant alanı haline dönüşmüş.
Gene de buradan ayrılmak zor.
Halide Edip ADIVAR ne güzel demiş:
Bir gün acıktım İstanbul’a
Yürüdüm baştan başa.
Her şey yabancı, her şey başka
Yüzler bambaşka, insanlar başka
karanlık yüzler,
Kırmızı gözler yalancı
İstanbul artık,
Bize bile yabancı.
Eskiden öyle miydi?
İstanbul çıksa dolmazdı caddeleri
Herkes birbirini sever,
Selam verir, gülerdi.
Yalan olmuş her şey yalan.
İstanbul’um talan olmuş
Şimdi İstanbul dertli,
İstanbul yanık.
Bu gün İstanbul’u tanıyamadık.
Seneye tekrar geleceğim bakalım yeni değişim rüzgarları İstanbul’da ne gibi değişiklikler estirecek. Yaşarsak, güzel şeyler yazmak ümidiyle…
Yusuf YILMAZ