Kahveden gelen gülme sesleri, haberciye aitti. Haberci; zayıf, uzun boylu, çıkık çeneli, sarı saçlı ve beyaz deriliydi. Haberci…
Yeni emekli olmuştu, yerinde duramıyordu. Haberci olmayı sürdüreceğim, diyordu. Haberlerini genelde komik fıkralarla veriyordu. Anlattığı hikâyeye, gülmeyen olmazdı. Üzüldüğü haberleri dahi anlatırdı. Doktor hastasına acırsa mesleğini yapamaz. Anlatmasam patlarım, derdi.
Kahvede ses kesilirse haberci, oradan ayrılmış, demekti.
O gün, korucunun, olayını, kahvenin önünde anlattı. Korucu iki senedir, ormana bırakılan ayılardan haberi olduğu halde, yalnız başına, orman için rutin kontrollerini yapıyordu. Kontrol amirinin gelmemesi ürkmesine, neden olmuştu. Çünkü ormanda ayıların sayısı bir hayli arttığı söylenirdi. Yanında silahı da olmayınca; paniklese de bugüne kadar bir şey olmadı, ayı beni mi bulacak, diyordu.
Orman nemliydi, dallar kayıyordu. Buna rağmen, korucu, güçlü psikolojiye sahibim, kimseye minnet etmem, dese de gözü arkadaydı. Amirinin çıkıp geleceğine inanıyordu. Çakı bıçağını çıkarıp ağaç gövdelerinden sakız aradı.
“Dağ başında görev yapmak zor bir sınav, fakat başaracak ve ödülünü de alacağım, diyordu. Yabaniyle karşılaşsam da cesaretim kırılmaz. Bir şekilde kaçabilirim. Ağaç gövdelerine sarılır güç alırım. Gücümü test ettiğimde, “yerinde,” diyordu.
Korucu işittiği seslerden, kalbi sıkışıyor ve kendini güvensiz hissediyordu. Yavaştan geri çekileyim. Nasılsa beni kimse görmedi, korktu! diyecek, yok. Balta sesi de duymamıştı. Gönül rahatlığıyla kulübeye dönebilirdi.
Ormanı geride bırakmalıydı. Fakat hiçbir dayanağının olmaması, korucuda paniğe neden oldu. Nasıl bir yardım, isteyebilirim, diye düşündü ve çıkar yol bulamadı. Dua etmekten başka çaresi kalmadığını anlamıştı.
Korucu ağacın gövdesinden ayrıldı. Ormana tek başına niçin girersin, başına iş mi alacaksın gibi olumsuzlukları sıralamaya başladı. Umudu kalmamıştı, yalnız belki ıslıkla amirine ulaşabilir, gerekirse ağaca tırmanabilirdi.
Yüreğindeki kaygılar, kaçmayı gerektiriyordu. Onun için derinden gelen sesleri dinledi. Korkunç hikâyelerden biri kafasını karıştırdı. Düştüğü çıkmazdan kurtulmayı düşünürken, ayıların, homurtusunu duydu. Aniden geri döndü ve kaçmaya çalıştı. Fakat kırılmış dallardan geçmesi zordu. Önüne çıkan yatık ağaç da işin cabasıydı.
Her tarafı yırtıldı. Ayağının takılmasıyla, sırt üstü düştü. Dallardan sıyrılıp yere uzandı. Başını ağaç kütüğüne çarptı. Ayıların ağaç dallarıyla mücadelesi, kulağını tırmalıyordu. Belki de korucuya öyle geliyordu. Korucu yattığı yerden dua ederken, peşinden ayılara yalvarmaya başladı.
Ayılar, size on gün, bal taşıyayım, ne olur, gitmeme izin verin. Çocuklarıma, aileme bağışlayın. Size ayrıca her gün patates getireceğim. Ne olur kıymayın bana. Peşinden ağlama sesi ağaçlar arasına dağıldı. Bırakın gideyim, inanın bir daha gelmeyeceğim, diye ağlıyordu.
Korucu ağlarken, ayıların sesi kesildi. Yer yarılmış da ayılar içine girmişti. Dalların altında görünmediğini sanıyordu. Sesini kesti ve herhalde beni bulamadılar, dedi.
Ruhen büyük çöküntü yaşadı. Ayıların parçaladığı korucu olacaktı. Aklına geldikçe titredi. Titremesi bir türlü geçmiyordu. Eli ayağı buz kesmişti. Hayatı bu şekilde son bulacaktı. Korkudan soluk bile alamadı ve yere yapıştı.
Kendini teselli edemedi, çünkü tutunacağı dalı yoktu. Ürperdi ve gelirlerse diye sessizce ağlamaya devam etti.
Sessizlikte arıların vızıltısını duydu. Yakında yuvaları var, dedi. Bir türlü kaçma yollarını düşünemiyordu. Yapraklar arasından gözüne güneş ışınları geldi. Arıların sesleri daha güç kazandı. Yaban arılarının, ayılara saldırması aklına geldi. Yüzü güldü ve kalkmak istedi.
Gerçek olan iki hafta önce karşı yamaçta da ayılar, arıların saldırısına uğramışlardı. Arıların zehirli iğnelerinden, kaçarak kurtarmışlardı. Burada da arıların vızıltısından ve saldırısında kaçmışlardı.
Ayılar arılardan, korucu da ayılardan kurtulmuştu.
Kahve, haber anasının sözü bittiğinde, gülme krizine tutulmuştu.
Hasan TANRIVERDİ