Geneline baktığımızda Rusya ile tarihi ilişkilerimizin iyi gitmediği anlaşılır. Bunun çeşitli nedenleri varmış gibi görünse de asıl sebebin Rusya‘nın bölgemizdeki yayılmacılığını engelleme potansiyeli taşımamız desek yanlış olmaz.
17.yüzyıldan, Bolşevik devriminin gerçekleşmesini müteakip Rusya’nın 1. Dünya Savaşından çekilmesine kadar geçen dönemde Osmanlı Devleti ile Rusya’nın ilişkisi hemen hemen her zaman savaşmak şeklinde olmuştur.
Çarlık Rusya’sında sıcak denizlere inme ideali vardı. Bu idealin gerçekleşmesi için Ruslar Slav ırkını bir araya toplamak ve bu birliğin liderliğini yapmak gibi bir hayali sürekli taze tuttular ve diğer Slav devletlerini yönlendirmeye çalıştılar. Osmanlı Devleti hem hâkimiyetinde bulundurduğu coğrafyalar hem de savunduğu inanç sistemi gereği Rusların bu hayaline en büyük engeli teşkil ediyordu. 250 yıldan fazla bir süre devamlı savaşmış olmalarının ana nedeni budur.
Rusların yayılmacılığı Sovyetler Birliği döneminde de devam etti. Özellikle Türkistan‘ın işgali çarlık döneminde başlamışsa da Sovyetler döneminde tamamlanmıştır. Yani Sovyetlerin halklardan yana olduğu ya da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği‘nin bir cumhuriyetler birliği olduğu tamamen yalandır. Ruslar tarafından işgal edilen yerlerde kurulan kukla yönetimlerin isimlendirilmesinden ibarettir SSCB.
Sovyetler döneminde Stalin Türkiye Cumhuriyetini tehdit ederek hem Doğu Anadolu‘dan toprak istemiş hem de Boğazlarda üs kurmak istemiştir. Türkiye‘nin önce Batı ülkelerine yakınlaşması, NATO kurulduktan sonra da NATO ‘ya girmesiyle Stalin’in bu hevesi kursağında kaldı tabii.
Stalin’in kişisel şöhreti bizi yanıltmamalıdır. Türkiye‘nin o dönemdeki şartlarında Sovyetler ’in başında kim olsaydı aynı taleplerde bulunabilirdi.
Sovyetlerin dağılmasından sonra Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında ilişkilerin özellikle ekonomik ve ticari açıdan baktığımızda zahiren iyileştiği, en azından bazı adımların atıldığı görülmektedir. Bunun sebebi Rusya’nın politika değiştirmesinden çok batmakta olan bir ülkenin kendini kurtarmak için herkesle iyi geçinmek zorunda olmasıdır.
Ayrıntılar değişse de temel Rus politikası değişmemektedir. Sovyetler yıkılırken bile Gorbaçov Azerbaycan ‘da katliam yapabilmiş, Yeltsin masum Azerbaycan halkına karşı Ermenilerin giriştiği işgal ve katliamları destekleyebilmiştir.
Rusya Federasyonu‘nun bağımsızlık sonrası yaşadığı zorluklar, Boris Yeltsin ‘in kişisel özellikleri ve politikasının da Türkiye ile ilişkilerinde önemli rolü vardır. O dönem Rusların kendi tabiriyle “Ayı”nın ininde uyuduğu dönemdir. Yoksa Rusya’ya artık güvenilebileceğinden değildir. Bir Çerkez atasözü boşuna şöyle demiyor:
“Rus komşusu olan elinde baltayla yatsın.”
Vadimir Putin ‘in devlet başkanı olması Rusya‘nın politikasında değişikliğe neden olmuş, daha doğrusu Rusya‘nın tekrar gerçek yüzünü daha belirgin hale getirmiştir.
Yeltsin döneminde devam eden ve kısmen Çeçenlerin zaferiyle sonuçlanan Rus-Çeçen savaşını Putin yeniden başlattı ve Ahmet Kadirov gibi din adamı kisveli hainleri kullanarak Çeçenler arasında ikilik çıkarmak suretiyle kalleşçe ve Grozni’yi harabeye çevirme pahasına savaşı lehine çevirdi. Şehit Cahar Dudayev boşuna şöyle söylememiştir:
“Ruslarla yapılan anlaşmanın süresi, imzanın mürekkebi kuruyana kadardır.”
Türkiye ile Rusya ilişkileri ticari açıdan okumakla sınırlı tutulursa hayal kırıklığı kaçınılmaz olur. Çarlık ve Sovyetler döneminde olduğu gibi şimdi de Rusya sıcak denizlere inme arzusundan vazgeçmiş değil. Belki yöntemler biraz değişir ancak uzun vadeli strateji değişmez. Sovyetlerin mirasçısı gibi Ortadoğu ‘ya bulaşması da bu yüzdendir.
İngiltere ve Amerika başta olmak üzere tüm güçlü Batı ülkelerinin hesaplarında yer alan, Baas rejimi ele geçireli İsrail ‘e bir kurşun sıkmamış olan Suriye‘nin İran’ı ve Rusya‘yı aynı cephede buluşturması bu açıdan bakılınca kolaylıkla anlaşılır.
Türkiye‘nin de Suriye ‘deki bataklığa çekilmiş olmasının sebeplerinden biri Amerika ise diğeri Rusya‘dır. Amerika‘nın kaynatmaya başladığı kazanın altındaki ateşi güçlendiren Rusya Türkiye açısından en az Amerika kadar tehlikelidir.
Putin Rusya için uzun vadede bir kazanç mı yoksa kayıp mıdır bunu bilemeyiz, ancak Putin ‘in özellikle enerji ve silah konusunda Rusya‘nın zayıf olmadığını bildiği ve “Ayı”yı ininden çıkardığı kesindir.
Ayı ininden çıktığında ormanı ona bırakırsanız ormanda kimse emniyette olmaz.
Kendi sınır güvenliğini korumak ve daha fazla mülteci akınına meydan vermemek için Suriye ‘de olmak zorunda kalan Türkiye‘nin Rusya ile yapılan her anlaşmada Şehit Cahar Dudayev ‘in sözünü hatırlaması gerekir.
Astana ‘da ve Soçi ‘de yapılan anlaşmalara rağmen Esed çapulcularının Türk askerine saldırma cesareti başka türlü nasıl izah edilebilir? Bunlar birer Rus nabız ölçme yöntemi ve daha fazla densizliklerin provasıdır.
Ciddi tavizler vermeden anlaşmalar yapılmasına karşı değiliz. Türkiye hiçbir zaman anlaşmayı bozan taraf olmamıştır ve olmayacaktır fakat Rusya için anlaşmaların çok fazla anlamı olmadığı bilinmelidir.
Bu noktadan bakınca Türkiye‘nin ağır sorumluluk üstlendiği ortada…
Hesapsız kitapsız bir şekilde macera elbette aranmaz. Ne var ki kimsenin Türkiye‘nin sabrını deneme lüksüne sahip olmadığı da gösterilmelidir.