Atmosferin felakete dönüştürdüğü olayı geç fark ettik. Çırpındık fakat engelleri doğalmış gibi, benimsettiler.
Engelleri uygun sandık. Hayat çile dedik, “Görme, duyma ve hissetme,” dediler.
Görmedik, duymadık ve de hissetmedik…
Gördüğümüzde ve duyduğumuzda da etrafı sarılmış havuz içerisinde anılarımız ile baş başa bırakıldık. Anıları yaşamak, anılarda yaşamak gibi anlamsız ve duygusal yönden çöküntüye sürüklediler. Sonra da atmosferin hâli diye saldılar.
Bu durumda anıları, yaşantısına örnek olanlar, arasında çekişme başladı.
Bulut, sise ve kar yağışına dönüştürdüler böylece başımızdan aşağı kaktılar.
Bulut dediler, ıslandık. Sis dediler üşüdük ve kar dediler donduk.
Tepelerin eriyen karı vadiye sığmadı.
Kar suyu önüne geleni bir yerlere bıraktı ve deryaya ulaştı.
Seyirci kaldık bulutlara, bulutların kararıp yer yüzüne yaklaşmasına. Yaklaştı atmosfer, şehrimiz büyüktür dedik ve kar suyunda kaybolduk.
Sis çöktü tepelere ve tepelerden vadileri yokladı. Kederlendik, kederi kader ettik.
Kar geldi, kaçmaya yetiştiremedik. Yetiştik kapıya içeri giremedik. Kara baktık, içimiz sızladı. Bulutlar olmasaydı, gitmeseydi canlar, karda olsa yerde kalsaydı.
Kederimiz, kader oldu ve çöktük.