Usta titiz çalışır, kaliteye önem verirdi. Komşu illerden de müşterileri vardı. Bizimkilerde köyden ustayla görüşmek için yola çıkmışlardı.
Ustanın atölyesi; mekanik ve elektrikli aletlerin cennetiydi. “Elimi attığım yerde, aletlerime ulaşmalıyım,” derdi. Usta, orta boylu ve tıknaz yapılıydı. “Çocukluğum bu tezgâhta geçti. Yaptığım arabalara garanti veriyorum. Başarılı olma adına çalışıyorum,” diyordu. Psikolojisini her zaman zirvede tutmaya çalışırdı. Esnaflara moral kaynağıydı.
Baba ve oğlu birlikte ustanın yanına vardılar. Usta, “birlikteliğinizi Allah ayırmasın. İyi günlerde mutlu olasınız,” dedi. Baba, “oğlumla pazarcılık yapacağız. Kendi ve komşuların ürünlerini satmayı planlıyoruz,” dedi. Bu devirde, neyin yapılması gerektiğini biliyorum. Onun için, oğlumla at arabası yaptırmaya karar verdik. Ayrıca, sebze ve meyve taşımacılığı da gerekecek. Oğlum askerden geldi, işe giremedi. Birlikte çalışmayı düşünüyoruz. Önümüzü görmeye çalışıyoruz. Rızkımızın peşinde koşacağız. Usta, “dürüst çalışırsanız, her zaman başarırsınız,” dedi.
Araba on beş güne hazır oldu. Babanın sevincini görecektiniz. Daha çok oğluna seviniyordu. Çünkü onu yanında çalıştıracak ve iş sahibi yapacaktı.
Gün doğmadan, yumurtaları sepete, elma ve ayvaları, kasalara dizdiler. Narlar için büyük kasa hazırladılar. Komşuların sebzelerini de arabaya yerleştirdiler. Arabanın üzerini örtüler ve Kasabaya doğru hareket ettiler. İlk günlerinde neşe içerisindeydiler.
Baba, tezgâhın başında duracak ve oğlu da yük taşıyacaktı.
Oğlu köye iki sefer yaptı. Köylülerinin aldığı, eşyaları evlerine taşıdı. Öğle olmuştu. Baba da malını satmış, oğlunu bekliyordu. Oğluna, eve gidiyorum sen gelirsin, dedi.
Baba bahçeye indi, dere üzerindeki kurumaya dönmüş ağaçları kesmek istedi. Derede su azalmıştı. Havanın kurak geçmesine üzülüyordu. Derenin karşısından, atlı arabanın, iki kişinin önünde gittiğini gördü. Derin bir acıyla sarsıldı. Yüzünde acının, doğurduğu ince çizgiler, belirginleşti. Gözlerindeki sıcak ve canlı pırıltı bir anda söndü.
Araba tanıdıktı. Fakat arkasındaki kişileri hiç görmediğini anladı. Gözleri oğlunu aradı. Fark etmediği için, hemen dereye indi ve ileriden arabanın önünü kesmek istedi. Yalnız yabancıların kim olduğunu ve yapmak istediğini, bilmediğinden onlara, tedbirli yaklaştı. Akıl insanla hayvan arasında, önemli bir ayrımdır. Bu ayrımı kullanmak durumundaydı.
Adamların sıkıntılı oldukları belliydi. Biri diğerine buradan yukarıya yol çıkıyor mu? Nasıl uzaklaşacağız, diye sordu.
Baba arkadan yaklaştı ve elindeki sopayı, adamlardan birinin kafasına indirdi. Ötekinin de boğazına sarıldı. İki adamın, ayaklarını birbirine bağladı ve ağaca sardı.
Değneği sallarken, bir yandan da soluklanıyordu. Oğlunu sordu, cevap alamayınca, değneğini savurdu başlarının üzerinden ıslık çalarak teğet geçti. Dereye inen çocukla, hanımına haber saldı. Az sonra hanımı geldi. Komşunun oğlu, Kasabaya geçeyim ve gerekeni yapayım, dedi.
Adamlara; konuşun, yoksa asker geliyor. Sizi bırakmayacaklar. Adamlar oğlunun yolunu kesip arabayı yürütmüşler ama oğlunu da komalık yapmışlar. Bir saat sonra, emniyet yetkilileri geldi. Oğlu hastanedeymiş.
Adamları götürdüler.
Atı ve arabayı eve çektiler. İlk günlere denk gelen bu olay morallerini bozdu. Atı ve arabayı satmaya karar verdiler.
Oğlu işe gireceğini şehirde çalışacağını söyledi. Baba üzülse de istenmeyen böyle bir olayı yaşamıştı.
Baba, “Kırmızı gül solarsa, bülbülden nağme bekleyemezsin,” dedi.
Hasan TANRIVERDİ