Liderler pek çok özellik sahibi olmak mecburiyetindedirler. Atatürk, yiğit bir asker, dahi bir kumandan, gerçekçi bir devlet adamı ve ileri görüşlü bir inkılâpçıydı. O, çok şöhretli bir insan olmasına rağmen hiçbir zaman kibir ve gurur hastalığına kapılmamıştır. Daima halktan bir insan olarak yaşardı. Nefes aldığı müddetçe Türk olmaktan gurur ve şeref duydu. Onun içindir ki: “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünü söylemiştir. O, yaptığı icraatları şahsına mal etmedi; milletiyle paylaştı. Mütevazılığın bir gereği olarak kendisinde bir harikuladelik görmüyordu. Kendisini halktan bir kişi olarak sayıyordu. Ölümden korkmadığı için her türlü tehlikeye korkusuzca atılabiliyordu. Her zaman ordunun başında yer almıştı. İçinde besleyip büyüttüğü tutku derecesindeki vatan sevgisi, onun gücüne güç katıyordu.
Atatürk, milleti için doğru bildiklerini yaparken hiç tereddüt etmedi. Neyi ne zaman yapacağını çok iyi biliyordu zira. Yani zamanlaması fevkalâdenin fevkindeydi. Doğru zamanda doğru işler yapmak, prensiplerinin başında geliyordu. Barış ve dostluktan yanaydı. Ortalığı karıştırmaktan sakınırdı. Doğru zamanda doğru işler yapardı. Onun inkılâplarının toplum tarafından kısa zamanda benimsenmesi, bu özelliğinin delili olsa gerek. “Hasta adam” olarak nitelendirilen bir milleti ayağa kaldırarak şahlandıran Atatürk, kendi deyimiyle az zamanda çok ve büyük işler yapmıştır. Dünyanın egemen güçleri tarafından ezilmiş, dışlanmış ve horlanmış olan Türk milleti, Atatürk sayesinde geçmişteki itibarına kavuşmuştur. Atatürk en kötü şartlarda bile başarılı olunabileceğini bizzat icraatlarıyla ispatlamıştır.
Gazi Paşa, öze önem verirdi; kabukla ilgilenmezdi. İlke ve inkılâplarıyla, genç Türkiye Cumhuriyeti’ne ruh ve heyecan katmıştır. Milletimiz onunla aşağılık kompleksinden kurtulmuştu. Onun masmavi ve emin bakışlarıyla, ümitleri ve hayalleri kırılmış olan halkımıza özgüven gelmişti. Yıllarca itilip kakılan Türk insanı, kendisine itibarını iade eden Ata’sına şükran borçluydu. Bu borcunu onun ilke ve inkılâplarına sımsıkı sarılmakla ödemektedir. Bu millet, vatan sevgisini ondan aldığı şerefli bir miras olarak görmektedir.
Ufuklar gülerdi o güldüğünde… Dağlar dile gelirdi bakışları zirvelere kilitlendiğinde. Koskocaman yüreğinde nice sevgiler taşırdı aydınlığa. Bir güneş gibi parlaktı onun masmavi gözleri, umut taşırdı sonsuzluğa yakuttan sözleri… Bir milletin kalbi çarpardı göğüs kafesinde. Millet olmak ve millet kalmaktı en büyük ideali… Umutsuzluk yazmazdı onun kitabında. Zor zamanlarda bile bir çıkış yolu bulunabilirdi. Çaresizlik, zihinleri çöplüğe dönenlerin uydurduğu bir mazeretti ona göre. Geleceğin ihtişamı onun aynasından yansırdı. Yokluklar dağ olsa da o, bunun üzerinden aşıp zirvedeki aydınlığa ulaşmasını bilirdi. Yorulmak onun felsefesinde olmayan bir kavramdı. Zira zafer yolunda yorulmak kabul edilemezdi. Çalışarak dinlenirdi o. Keza, hayatını milletine adamıştı. Aklının ucundan bile geçmezdi ölüm korkusu. Hem hayat denizinde kulaç atarken boğulmak akla gelmezdi ki!
O, karanlıkları aydınlatan bir ışıktı. Bir deniz feneriydi o. Uzak ufuklardaydı keskin bakışları. Bugünden çok, yarınlardı onun zihnini meşgul eden. Masmavi bakışlarıyla engin denizleri aşarak Samsun’a, milletine koşmuştu esaretin paslı zincirlerini kırabilmek için. Dalgaların şiddeti onun azim ve irade duvarına çarparak yol açmıştı Karadeniz’in kutlu özgürlük yolcusuna. O, yolunu kaybedenlere kılavuzdu uçsuz bucaksız yollarda. Anadolu’ya ışık götürmeye ant içmişti. Yüce dağları, yalçın kayaları aşarak güçlü ışığıyla aydınlatmıştı yürekleri. Mazlumların akan gözyaşlarını silmişti gül kokulu mendiliyle. Bir ulusun makûs talihini yenmeye karar vermiş ve de yenmişti azim ve kararlılıkla. İnsanca ve özgürce yaşamanın mücadelesini vermişti zorluklara göğüs gererek. İnanmış ve başarmıştı neticede.
O, Conkbayırı ve Anafartalar kahramanıydı. Vatan sevdalılarının sesinin güçlü yankısıydı. Esir bir milletin özgürlük için atan nabzıydı. Karadeniz’in deli dalgaları gibiydi. Esaretin kıyısındaki bir millete ümit ışığı olup can ve bölünmez bir vatan vermişti o. Milletin üzerine oynanan oyunları bozmuştu basiretiyle. Vatanın ebedî bir bekçisi olduğunu, kendisinden sonra da onun yolundan gidenlerin bu davaya sahip çıkacaklarını biliyordu.