Cumhuriyet, Atatürk, vatan, bayrak, millet gibi kavramları bize zorla öğretmediler. Yaşadılar, yaşattılar. Atatürk kimdir bilmeyi, öğrenmeyi ve anlamayı ailelerimizle yaşayarak büyüdük. Çünkü onlar savaştan çıkmış, korkularını ölünceye kadar yenememiş vatan evlatlarıdır.
Evleri yakılmış, kızlarına, analarına tecavüz edilmiş, hamile kadınlara iğrenç işkenceler yapılmış, gözleri önünde yakınları diri diri kuyulara atılmış ve üstleri ölü bedenlerle doldurulmuş ve daha nice dile gelmez, kaleme alınmaz saldırılara uğramış büyüklerimizin anılarını dinleyerek yaş aldık bizler. Bu yüzden Egelileri aldatmak mümkün değildir. Aydın efeleri, Atatürk sevdalıları ne yaparlarsa yapsınlar nesilden nesile çığ gibi çoğalacaktır.
‘’ Geliyorlar! Geliyorlar! ‘’ diye bağıra bağıra kendini kaybedip, evden kaçtığı, saatlerce koşarak yürüdüğü ve uzun zaman sonra yine normal yaşama döndüğü bir babanın kızıyım. Yaşadıkları, anasına ve kendisine yapılanlar aklına geldiği zaman aklı başından gider, gece gündüz demez kaçardı olduğu yerden. Korkulu adımlarla, arkasına bakmadan hızlı hızlı koşardı… Ne derseniz deyin duymazdı… Kuşadası’na geldiğimizde on yaşındaydım. Beşinci sınıfı Kuşadası’nda okudum. Gelişimizin asıl nedeni ise babacığıma deniz havası iyi gelir düşüncesiydi. Henüz deniz nedir bilmeyen bir çocuktum.
Şükranca Atatürk’ü sevmek herkese nasip olmamış ki ülkemde aydınlık düşmanı, Atatürk’ün eserlerine nankörlük yapanlar almış yürümüş…
Benim için ölüm diye bir şey yok. Geldik gideceğiz, ama geride bıraktıklarımız değil midir bizleri ölümsüz kılacak? Kimileri kötülükleri ile ölümsüzleşirken, Atamız eserleriyle ölümsüz oldu. O yüzdendir ATATÜRK ÖLMEDİ, YÜREĞİMİZDE YAŞIYOR diye onurla, gururla uğruna şarkılar, marşlar söylediğimiz…
Gelelim ATATÜRK’Ü ŞÜKRANCA SEVMEK nedir, onu özetlemeye:
Şimdilerde bile kız çocuğu doğurdu diye karısını boşayan babalar var ki benim babam Cumhuriyet, Atatürk nedir anlamış, kız çocuklarının diri diri gömüldüğünü geçmişten öğrenmiş olan babam, ben doğduğumda tüm kasabaya lokum dağıtmış ağabeyimle birlikte. Sevinçten uçmuş babacığım.
Ülkenin geneli halâ kız çocuklarının okumasını engellemeye kalkarken, benim babam, Atatürk’ten öğütlü babam; ‘’ Benim kızım da, oğlum da okuyacak. ‘’ dedi. Sofrada, sokakta, işte, her yerde kızına değer verdi. Anacığımı el üstünde tuttu. İnsan olmak için zengin olmaya gerek yok. Yeter ki insanca sevmesini saymasını bilelim.
Bizim evde yemek masası bile yoktu, ama Atatürk’ün adı, yaptıkları babamın dilinden düşmezdi. ‘’ Allah korusun, Kemal Paşa olmasaydı, başa geçmeseydi, atalarımız onun etrafında toplanmasaydı bugün Yunan’ın bayrağı altında olacaktık.’’ derken tir tir titrerdi.
Annem baba evinde üstlük takmış başına. Babam ona manto almış, eşarp taktırmış. Gezmeye giderken anneciğim mantosunu giyer, eşarbını hanımca bağlardı başına. Kendisi de ölünceye kadar şapkalı gezdi, aynen Atamızın başındaki çeşidinden.
Atatürk’ü Şükranca sevmek çok kolay.
Atatürk’ün eserleri sayesinde:
Çağdaş okullarda okudum.
Sınıf arkadaşlarımı erkek- kız fark gözetmeden kardeşim gibi gördüm, şimdi de öyle.
Ailem tarafından kız olduğum için horlanmadım. Bana güvendiler, sevdiler. Acıtmadılar yüreğimi kız olduğum için.
Erkekleri öcü gibi görmedim.
Ailemde kadın erkek ayrı odalarda toplanmadık.
Gülmem, şarkı söylemem yasaklanmadı. Radyonun önünde babamla birlikte oynadık, eğlendik. Ön görülüydü canım babam; ‘’ Şükranım gün gelecek bu sesini duyduklarımızın kendisini göreceğiz derdi. Daha henüz televizyonun haberini bile okumadığımız yıllarda. En azından bizim bölgede durum böyleydi. Zaten sokakta sadece bizde radyo vardı.
Edepli ama istediğim gibi giyinmeyi, gezmeyi öğrendim.
21 yaşımda tek başıma Almanya’ya işçi olarak gelme cesaretim oldu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sayesinde Almanya’da tekrar öğretmen olarak görevime başladım ve yarım asra yakın bir zaman görevde kaldım.
Benim gururumla oynamalarına izin vermedim. Cumhuriyet kızı, öğretmeni, anası, kadını olarak Atatürk’üm gibi kimseye pabuç bırakmadım. Son nefesime kadar da onun eserlerini savunmaya devam edeceğime kendime söz veriyorum.
Ne mutlu Türk’üm diyene, diyebilene.
Şükranca