“Konağım” dediği evinin önüne geldiğinde ayakta duramadı. Yüzü sarardı ve yere çöktü. Terk edilmişliğe doğa da göz yummamış ve acımamıştı da. O güzelim büyük ev harabe haline gelmişti.
Bugün için keder ile anılan konağı, bu gidişle yarınların da ıstırap kaynağı idi. Konağın yan duvarları, oymalı ana giriş kapısı ve asma kilidi, hayata küsmüş ve yüzlerine bakılacak hâlleri kalmamıştı. Çatıya korku dolu gözlerle baktı. Yarısı çökmüş ve asılı kalmıştı. Ustasını hatırladı. Marangoz Halit ağa gözünün önüne geldi. Çatının ağaçlarını dağdan getirmiş, çam ve kestaneden kurulmuştu.
Konağı adeta yaprak gibi solmuş, hemen her tarafı yosun kaplamıştı. Asma kilit, güvenirliğini kaybetmiş ve örümcek ağı ile sarılmıştı. Kendisi de konağı gibi sefil vaziyetteydi. Gözleri yana kaymış, burnu öne çıkmış, yüzü çökmüş ve kırış kırış olmuştu. Hayat acımasız, ezildik ve perişan olduk, dedi.
İçinde konağa karşı bir sevgi ışığı kıpırdasa da onu coşturmaya yetmedi. Bu durumda konağa ne kadar ilgi duyabilir ve onu eski hâline döndürürdü. Ürkek adımlarla kapıya yöneldi. Zaman zehir etkisini göstermiş, hiçbir şey bıraktığı gibi kendini koruyamamıştı.
Yakınları girmişti kanına, şehir hayatı lüks demişti. Az çalışıp çok kazanacaksın. Belki de boğaza nazır oturacaksın, demiş olmalıydı. Taşı toprağı altın misali.
Konağından şehrin gecekondusuna sosyal ve kültürel sarsıntıyı depremden daha etkili hissetti. Acımasız günler, başını döndürmüş ve alışkanlık yapmıştı. Kendisinden, yakınlarından ve çevresinden korkmuştu. Ayağını sürütüyordu, felç hali vardı.
İyi ile kötü arasında yaşadığı gelgitlerle iyice sarsılmıştı. İşi gücü yoktu inşaatlarda, kanal eşmede ve yeraltı tünellerinde. “Şaşırdık, bir gün görmedik ve geçinemedik. Çöpten topladığımız kömür parçalarıyla ısındık.
Sebze ve meyveyi kasalarda gördük. Kendi yetiştirdiği sebze ve meyveyi aklına getirdi. Maruluna, soğanına, havucuna ve maydanozunun lezzetini damağında hissetti.
Çocuklarla yan yana iki nokta gibi kaldık. Hiçbir işimize birlikte koşamadık. Bizi şehrin ara sokaklarına sürenleri asla bulamadık. Güneş çekilmeye başladı. Asma kilide kadar gitti. Ağaçlar çürümüş, küf ve is kokusu çevreyi sardı.
“Gün bitti.” Dedi.
Evin önüne çadır kurmak geçti aklından Çadırda kalsam diye düşündü. Bir türkü duydu, içini burkan. Nağmeleri birbirine karıştı sözlerin. Sözler, gamlı ve hüzün doluydu.” Keşke hanım ve çocuklar da olsaydı.” Dedi.
Asma kilide hâlâ el atmamıştı. Yaklaştı, kilidin anahtar deliğine gözünü dayadı ve dikkatli baktı. Anahtar nasıl çevrilmez. Dedi. Sallanarak yürüyebildi ve gözlerinden yaş geldi.
Elim kırılsaydı da kapıyı asma kilitle zincirlemeseydim. Duvarların eğrildiği görülüyordu. Çatıdan ise hayır yoktu. Konağı yatalak hasta gibiydi. Ayağa kalkması için güç gerekiyordu. O gücü de kendinde bulamıyordu.
Gücümüzü şehrin varoşlarında bıraktık. Mahallesine uyamadık, kaldırımında yürüyemedik ve kapısında oturamadık. İçemedik suyunu, tanımadık komşuları ve bilemedik çevreyi. Suyu, meyvesi, sebzesi, sütü, peyniri, yağı ve balı köyümden. Her şey köyümden biz ise varoşların gün görmez dehlizlerinde. Kokuşmuş davranışları sürdürmenin bir alemi yoktu.
Asma kilidi sildi, çekti fakat açılmadı. Taş ile kırmaya çalıştı, başaramadı. Komşusu taşın kapıya vuruş sesini duyunca geldi. Gerekli malzemeleri aldı ve kilidi söktü. İçeri girdiler. Yağmur ve karın dalan ettiği yıkık tarafın ahşap kısmı çürümüştü. Kara ateşin yanındaki dolap sağlamdı. Ekmek selesinin ipi kesilmek üzereydi.
Aşhanedeki güğüm, kazan ve iskemle şaşkınlığını gizleyemedi. İskemlenin üstündeki bir kuruş işlevsel olmak için beklediği belliydi. Batama da oturdu. Komşusunun sorularını duymadı. “Hayat acımasız ne köyü başardık ve ne de şehri.” Diyebildi.
İçerisi küf kokuyordu. Odalara girmedi ve dışarı çıktılar. Meyve ağaçları olmasa bahçeyi tanıyamayacaktı. Ağaçlar dallı yapısını koruyordu. “Böyle buldum ama böyle bırakmayacağım.” Dedi.
Yarından tezi yok ustalar bulmalıyım. Konağı ve bahçesi düzenlenmeliydi. Yeniden gübrelenmeli ve toprak havalandırılmalıydı. “Acı da çeksem, evi haraba hâlinde bırakamam.” Dedi. Hayatta kalmanın çaresini arıyordu. Yapabileceklerini kimseyle paylaşmadı. Duygularını açmadı, konuşmadı da. Fakat etrafına kulak verdi ve yardımlaşmayı düşündü.
Günler sancılı geçeceğe benziyordu. Belki de toprağında eski güzelliğe varamayacaktı. Bu olay kararlı olmasına bağlıydı.
“Çocuklarımı şehirden kurtaracağım.” Dedi.
Bu konuda çölde su arar gibiydi. Bir vaha bulmak için elinden geleni yapacaktı. Aklındakileri dilinin ucuna da gelse; birini tut, diğerini yut, derler.
Asma kilit, solmuş rengiyle zincirde korunaklı olduğunu ve kimse beni açamaz diyordu.
Hasan TANRIVERDİ