“Aşkın ile köprü olsam sen gelip de geçer misin?..” Öyle içten söylüyordu ki, sevdiği şimdi geçecekmiş gibi gözlerinin içi gülüyordu. Sanki sesinin titreşimiyle sevdiğine ulaşmak istiyordu. Arkadaşları da ona eşlik ediyordu.
Sınıfa girdiğimde şarkı söylemeyi kestiler. Üzgün hali gözlerinden belliydi. Notlarını okudum ve yazılı kâğıtlarını dağıtırken, “Başarısızlığı kabul edemiyorum.” Diyerek sınavı geçersiz saydım.” Öğrenciler sevindi. Çok iyi çalışacaklarına söz verdiler. Yalnız İsmail’de değişme yoktu. Gülmüyor ve herhangi bir neşe belirtisi göstermiyordu. Tam not aldığı halde sevinmemişti.”
Tayinimin ikinci haftasıydı. Bahar kendini göstermişti. Fakat bu güzellikleri on gün içerisinde bırakacaktım. Çünkü üniversiteye öğretim üyesi olmuştum.
Üniversiteye kazanmaları gerektiğini, bilgi çağında olduğumuzu sürekli hatırlattım. İyi çalışan öğrenciler vardı. Başarıları da yüksekti.
Bu sürede İsmail’i tanıdım. Okul birinciliğine adaydı. Diğer fen sınıfındaki Ayşe’ye âşıkmış. Ayşe karşı köydenmiş. İsmail sessiz sakin siyah saçlı, ince uzun boylu ve ela gözlüydü. Dersten başını kaldırmazdı. Kimseyi kırmaz herkesin sorularını çözerdi. Yolda yürürken bile ders çalışır, çalışmasını sabahlara kadar devam ettirirmiş. Yardımcı kitaplarının tümünü aldım. O’na verdiğimde çok sevindi. Annesine,” Ver elini Çapa tıp,” demiş.” Doktor olup köylerde herkesi muayene edeceğim.” Dermiş.
Öğrencilere veda ettiğimde İsmail’in gözler doldu, kalktı elimi öptü, davranışına çok üzüldüm. “Hepinizi yüksek okulda görmek istiyorum. Azimli ve kararlı olacaksınız. Başarı sizin için kaçınılmazdır. Güneşi gören suyun buzu kalmaz.” Dedim. İsmail’i idareye çağırdım, O’na bir miktar para ve adresimi içeren zarfı verdim. Sağlıklı düşünmesini, akıllı hareket etmesini ve günlerinin hep iyi geçmesini diledim.
İsmail, deniz kıyısında martılarla ve dere kenarında kurbağalarla birlikte çalışırmış. Dalgaların köpüklerinde, akarsuyun pırıltısında Ayşe’yi ararmış. Kuşların nağmelerinde Ayşe’yi hissedermiş, gözyaşını dalgalara dökermiş. Denize süzülen martıları, Ayşe’nin köprüden geçişine benzetirmiş. Köprüye yakın dere kenarında oturur, Ayşe geçebilir diye akşam karanlığına kadar beklermiş. Denize ulaşıp deryada kaybolmak istermiş.
Ayşe İsmail’e göre bir içim suymuş. Gözleri ve saçları Yunan tanrıçalarına benziyormuş. Su zerreleri gibi görürmüş Ayşe’yi. Ayşe’si onun için şiirmiş.
İsmail, okul birincisi olarak kürsüye çıktığı gün konuşmuştu Ayşe’siyle. Ayşe ile aynı yüksek okulu tercih edeceklermiş.
Ayşe’nin korkusu babasıydı. Babası ters bir insanmış. Ayşe’nin babasına göre, İsmail’lerin ailesi çulsuzdu. Ayşe, İsmail’in derece almasına sevindiğini annesine açmıştı. Anne kızının İsmail’i sevdiğini biliyordu. Kızına,” Bir şeyler yapıp babana kabul ettiririz,” diyordu. İsmail komşularının kızı aracılığıyla haberleşebiliyordu.” Duyulursa dedikodunun önü alınmaz,” diye kimseye bir şey söylemezdi. Dünyası Ayşe’yle dönüyormuş. Annesi İsmail’e bakmaya kıyamazmış. İsmail onun için her şeymiş. Babası öldüğünde İsmail iki aylıkmış. Doktor olduğunda İsmail’le gidecekmiş. Böylece Karadeniz’in rutubetli havasından kurtulacakmış. Çocuklarının rahat yaşamasını istermiş. Oğlum devlete, devlette bana hizmet edecek dermiş.
Sınav için bir haftalığına köydeydim. İsmail’in annesi ziyaretime geldi. İsmail’i nasıl okutabileceğini sordu. Çünkü hiç gelirleri yoktu. O’na İsmail’in okuyabilmesi için gerekli maddi imkânları kredi ve yurtlar kurumundan temin edeceğini söyledim. Boynuma sarıldı, gözyaşını tutamadı.
İsmail üniversite sınavları için gün sayıyordu. O’nun için heyecan doruktaydı. Her gün okula gidiyordu. Okul çıkışı deniz kenarında martılarla zaman geçiriyordu. Kum sahada top oynuyor, balık tutuyordu. Ayşe’siyle bir defa konuşabilmişti. Tercihlerini aynı il’e yapmışlardı. Böyle bir tercih, üniversite yaşantılarına canlılık getirecekti. Ayşe, “Babamın baskısından biraz olsun kurtulurum,” diyordu. İsmail’in de dünyası değişecekti. Ayşe’sini gördüğünde O’nun gözlerine bakamaz, sözlerine sıkılarak cevap verirdi. Komşu kızı olmasa haberleşemeyeceklerdi. Sınav sonuçları henüz gelmemişti. İsmail nerede ise okulda sabahlayacaktı. Okul onun için limandı. Limandı ona hayatı kazandıracak olan. Önce can sonra canan diye öğretmenler İsmail’e akıl veriyorlardı.
İsmail okula gitmediğinde köprüyü gören dere kenarında oturur. Su ile akarsa deryalara, sise karışırsa dağlara çıkardı. Damlalarda buz kristalleri olur. Akarsuyun zerrelerinde çözülürdü. O, akarsuya köprü olmak istedi. Yeter ki Ayşe’si geçsindi.
Ayşe’sine güzel bir kolye almıştı. Yaptırdığı hediye paketini O’na denk düştüğünde verecekti. İsmail oltayı atıyor. Suyun içinden oltaya takılmış olarak Ayşe’si gelecek, diye bekliyordu. Yakaladığı balıkları hemen suya atıyor, Ayşe’yi görmeye çalışıyor, son atışında da gelmezse köprüye bakıp eve gidiyordu.
İsmail köyde herkesin dilindeydi. Doktor diye çağrılıyordu. Üniversiteye hazırlık stresini deniz ve dere kıyılarında gezerek atmaya çalışıyordu. Yarın kazanın hafta günüydü. Sabah arkadaşlarıyla okulda, sonuçları bekleyecekti.
O gün sessiz ve sakindi. Konuşmuyor gözleri Ayşe’yi arıyordu. Pazar yerine girmeden okul arkadaşlarına rastladı. Birlikte dere kenarına indiler. İsmail oltaya vuran balıkları her zaman ki gibi geri atıyordu. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadılar. Arkadaşları oltalarını toplayıp eve gitmek için hazırlık yaparken, İsmail “biraz daha buradayım,” dedi. Cebindeki hediyeye baktı. Ayşe, diye mırıldandı. Suya baktı, daldı gitti, oltayı çekmedi. Balık umurunda değildi. Havanın karardığının farkında olmadı. Aşkın ile köprü olsam sen gelip de geçer misin, tekrarladı. Arkasından geleni fark etmedi. Karaltı yaklaştığında ayak sesini duydu. Kafasını çevirdi. Gelen Ayşe’nin babasıydı. İrkildi dizlerinin üzerine doğrulmak isterken, elini kaldırdı.
Heyhat! İsmail ensesinden yediği kurşunla suya uzandı. Kanı Ayşe’m dediği su zerrelerine karıştı. Ayşe’siyle bir olup aktılar deryaya.
İsmail Ayşe’sine köprü olmuş, gelip geçsin diye bekliyordu.
İsmail’in üç gün sonra çapa tıp fakültesine kazandığı haberi geldi. İsmail’e tüm kaza ağladı. Fotoğrafının altına “Aşkın ile köprü olsam” yazılmıştı.
Aşkın ile köprü olsam sen gelip de geçer misin, İsmail’in ölüm yıl dönümü için söylenen türkü olmuştu.
O günden sonra Ayşe’den de bir daha haber alınamadı.
Hasan TANRIVERDİ (YÖO)
Duygusal bir yazı. Oldukça duygulandım. Bir anımı ben de kısa anlatayım. Lisedeyiz. Hanım hanımcık bir edebiyat hocamız vardı. Adeta aşıktım. Onun gözüne girmek için çok çalışırdım. O da beni severdi ancak dersime gösterdiğim özen ve başarıdan dolayı. Haftaya yazılı yapacağım derdi. Herkes hazırlanır, o gün geldiğinde kağıtlarımız hazır beklerdik. Ancak öğretmenim bir ders öncesinden beni çağırtır ; “derste kalk hocam haftaya erteler misiniz? de erteyim. Amma arkadaşlarına konuştuğumuzu söyleme” derdi. Ben de aynısını yapardım. Sınıf memnun olurdu. Bu bir yıl boyunca böyle devam etti. Bir keresinde sordum neden böyle yaptığını. Kendisinin de öğretmeni öyle yaparmış. Ve öğretmeni; “amaç not almak olmasın, bir kez daha gözden geçirip öğrenmelerini sağlamak olmalı” diye cevap vermiş. Ve inanın bana bu sırrı, lise bitene kadar sakladım. Üç yıl.