Arkandaki dağ, her mevsim heybetinin güzelliğine sığındığın ve gururlandığın bir güç timsali. Bir ailede arkandaki dağ gibiydi, babalar çocuklarına.
Mevsimin her gününde, kendine has görüntüsüyle izlenen.
Babalar sevgiyle kaynayan yüreklerini, kolaylıkla dışa veya yabancıya açmazlardı. Müzikli kutu gibiydiler, antika ve el değmemiş. Sevgi ve saygısını, tarihin eskitemediği antika kutusunda saklıyordu. Sevgi depolu kutusu, ailenin acı günlerinde her bireye derman olur diye açılırdı.
Güçlü bir fizik ve bir o kadarda ruh hâliyle, devrilmez bir çınar, ancak onu tanımlardı.
Baba ocağı onlar için çok önemliydi. Çünkü Baba günün her saatinde çalışırdı. Yorgunluk yanına yaklaşmazdı. Kimsenin fark etmeyeceği umutsuzluğunu ve üzüntüsünü yaşarken dahi yüzü gülerdi. Bazen, “Gülüyorum ağlanacak hâlime” derdi.
Baba ocağının anlamı çok önemliydi. Çünkü ona da babasının büyük babasından kalmıştı.
Baba ocağı…
Baba ocağı tüm yakınlarının ve köyün ziyaret yeriydi. Moral bulmak ve saygın bir atmosfer nasıl yaratılmış görmek isteyen gelirdi. Tarihi eşyalar ve yapılar korunurdu. Tarihi eşyaların değeri babanın onlara kattığı saygınlıktan da geliyordu. Bütün bunlar evin korumasında ve güvenindeydi. Tarih kokan evinin mayası kara taştan süzülen suyla yoğrulmuş toprağıyla ada karıştırılmıştı.
Çatıyı tutan, temellerin köşe taşları ve duvar destekleri babaydı. Kovanın kendisi baba ve yönetimi ise anaydı. Yönetenin ana olduğunu biliyordu.
Bir haber onda sonlanır ve dilden dile dolaşmasına neden vermezdi. Babanın psikolojisi bir başkaydı. Babanın duyuları beş değil belki on çeşitti. Hissetmesi yeterliydi.
Hissettikleri kendinde kalır ve dışarı çıkmasına izin vermezdi. Gün görmemiş iyiliklere imza atardı. Yaptığı iyiliği kimseye söylemez ve kimseyle paylaşmazdı.
Arkandaki dağ baba gibiydi. “Güven ve anlaş, gücünü topla ve konuş ki işleri anında yola koyasın,” derdi.
Zevkine hiçbir şey almazdı. Çocuklardan arda kalınca, yine onlara gerekir diye bir eşya alırdı. Varlıklarını öne çıkartmak adeti değildi. Yaşamak için yaşamak sözlüğünde yoktu.
Kimin gecesi ve gündüzü belli değildir? diye sorulsa babanın demek doğru cevap olurdu. Evin çekip çevrilmesi, sofranın kurulması ve tencerenin kaynaması onun sorumluluğundaydı. Çocukların karınlarının doyurulması, başkasına muhtaç olmama, okuma ve hayatın kazanılmasında babanın rolü çok büyüktü.
Ailenin her mevsim kendine has güzelliği ve heybetiyle baba hiç ölmeyecekmiş gibi, çalışır. Heybetli dağın suyundan bir içimlik kaymağı kapısına getirmiştir. Kaynak suyu köyün içme suyu olmuştu. Bunu ancak babalar yapar.
Babanın yeri değerli ve hiçbir şekilde doldurulamaz. Evin direği, Gündüz güneşin, gece ayın ışığı baba için aydınlatır. Babanın yitirilmesi ise yaprakların solması ve besinin olmaması demektir.
Baba; iyilik üzerine, hak hukuk ve adalet üzerine saltanattı.
Baba başka, baba farklı ve baba arkandaki dağdı.