Acaba insanın ırkını tercih etme olasılığı olsaydı, nasıl bir tablo ile karşılaşırdık? Mesela Arap’lığından şikâyetçi bir Suudi, herhangi bir ırkı tercih edebilseydi? Ya da İngiliz ırkına özenen bir Moğol, sabah ansızın İngiliz olabilseydi?
Mümkün mü? Değil…
Peki dini inançların sorgulanması, irdelenmesi, horlanması ya da biçimlendirilmesi mümkün mü?
Bir Budist’in tapınma şeklini eleştirebilir misiniz?
Bir Sih’in saç ve sakallarını makaslayabilir misiniz?
Hayır…
Doğuştan gelen ırk niteliği değiştirilemeyeceği gibi, kanaatlerle şekillenmiş dini inançlar da irdelemenez.
O halde bir insanın davranışlarını, eğilimlerini, tercihlerini, uygulamalarını, ait olduğu topluma ilişkin sorumluluklarını ve yaşadığı dünyaya karşı yükümlülüklerini değerlendirirken, ırk yahut din merkezli bir bakış açısı doğru olmayacaktır. Nitekim ırk yahut din bir veri, bir hareket noktası ya da merkez teşkil etmekten yoksundur.
Ahlaki olmanın ön şartı herhangi bir ırka mensup olmak değildir.
Dürüst ve emin olmanın emaresi dini inanç değildir.
Çalışkanlık, verimlilik, azim, kanaatkârlık, sağduyu, duyarlılık ve tabiat sevgisi gibi erdemler ırktan ırka değişiklik göstermez.
Sadakat, vefa, hoşgörü, duygudaşlık, edep, dostluk gibi kavramları diğerlerinden daha az önemseyen bir din yoktur. Aksine –sapkın inançlar hariç- bütün dinler temelde iyiliği, terbiyeyi, birlik ve beraberliği, canlılığı, toprağı ve hayatı kutsar.
Türkiye bu hakikatlerin görmezden gelindiği ve insanların değerlendirilirken, ırk yahut din penceresinden sıklıkla bakıldığı bir toplumdur. Oysa ‘hırsız’ın Türk’ü, Laz’ı, Kürt’ü diye bir ayrım yoktur, hırsız hırsızdır. ‘Hayasız’ın Hristiyan’ı, Musevi’si, Müslüman’ı yoktur, hayâsız hayâsızdır. Vergi kaçırmayı marifet bilmek, adam sendeci olmak, menfaatleri için her şeyi göze alabilecek denli arsız olmak, tembellik, vurdumduymazlık, bilgiyi sevmemek ve önemsememek, kabalık ve benzeri pek çok çürümüşlük insanın ırkına yahut dinine bakmaz. Nitekim bir tecavüz hükümlüsü suçundan dolayı ırkından olmaz, bir hayali ihracata hükümlüsü de dininden çıkmaz.
Fikir ve kanaatlerinden ötürü itiraz ettiğimiz, kendi bildiğimiz doğruları dillendirdiğimiz, çeşitli kaynaklarla fikirlerimizi desteklediğimiz ve hakikat için çırpındığımız bir münazarada olabilecek en kötü şey; ırk yahut din yaftalı yakıştırmalardır.
Somut örnek olarak; günümüzde daha demokratik bir anayasa talep eden biri eğer Kürt ise, kendiliğinden ‘bölücü’ damgasını yemekte ve söylediği her şey heba olup gitmektedir.
Kamusal alanın yeniden tanımlanmasını arzulayan biri eğer mütedeyyin ise, daha en başından ‘irticacı’ yaftasını boynunda asılı bulmaktadır.
Karşılığı olarak bir Kürt’ün talebine kendi savlarıyla karşı gelen biri de ‘milliyetçi-ulusalcı’ hatta faşist olarak nitelenmektedir. Benzer şekilde ‘laik’ bir devlet gerekliliğini savunan birisi, inanmış kesimlerce Tanrı tanımaz, elitist, vesayetçi gibi aslında birbiriyle alakasız pek çok ithamla boğuşmak zorunda kalmaktadır.
Yobaz, örümcek kafalı, gerici, ilkel gibi yaftaların hemen karşısına dinsiz, seçkinler, beyaz bilmem kimler diye yaftalar asılmakta ve devamında bölücü, militan, şer odağı ve hatta terörist diyerek devam edilmektedir.
Oysa tamamı biziz, biz insanlar… Komünist düşünce de bir insanın ve insanların ürünü, şer’i idare de biz insanların bir yorumu ve doğrusu. Ayrılıkçı fikirler de bizlerden çıkıyor, zorla birliktelik baskısı da bizlere mahsus.
O halde hangi düşüncenin ideal ve doğru olduğuna, hangi davranış ve tercihin başarılı sonuçlanacağına ve hangi idari biçimin herkesi mutlu edeceğine ne şekilde karar vereceğiz?
İşte bunun kesin ve bir cevabı hiç olmadı ve olmayacaktır. Zaten işin büyüleyici kısmı da budur. Bu bir arayıştır… İnsanın mütekâmil olma arayışı merhale merhale ilerlemiş ve günümüze kadar gelmiştir. Medeniyetin her döneminde tartışmalar, savaşlar, anlaşmalar ve kayıplarla, koca bir insanlık âlemi binlerce senelik deneyimlerini taşıyıp günümüze kadar getirmiştir. Kimi zaman dini gerekler, kimi zaman laik düşünceler, bazen bir zümrenin tercihleri ve bazen keşmekeş ve karmaşalarla, insan kendisi ve toplumu için mutluluğu arayıp durmaktadır.
Bu gün bize düşen, bizden evvelkilerin mirası olan ‘insan-refah-huzur’ odaklı arayışı sürdürmekten başka bir şey değildir. Ve bu arayışta birbirimizi yaftalamadan, kamplaşmadan, kutuplaşmadan, ırktan ve dinden bağımsız olarak sadece ve yalnızca ‘insan’ olması temelinden hareket ederek arayışa devam etmektir.
Bir insan ırkı ile yargılandığında, başka bir ırk üzerinden uzlaşmak imkânsızdır. Bir insan doğrularını ırkına dayandırarak ileri sürüyorsa, ikna kabiliyeti hiçtir, koca bir hiç.
Bir insan inancı ile sorgulandığında, başka bir inanç temelinde anlaşma olasılığı yoktur. Bir insan hakikatlerini dini ile ispat ve iknaya uğraşıyorsa, diğer bir din için değeri hiçtir, koca bir hiç.
Şu halde insanlığımızın ortak değerlerini ırktan ve dinden soyutlamak çaresindeyiz. Ahlakın, terbiyenin, dürüstlüğün, namusun ve haysiyetin ana eksenlerini oluşturduğu bir avuç toprak üzerinde, hürriyetin, onurun, emeğin, yardımlaşmanın ve paylaşmanın gücü ile saygı ve hoşgörüde buluşacağız.
O vakit sevmek kendiliğinden geliyor bir Sünni için Musevi’ye ve aşk kendiliğinden geliyor bir Hint’ten Müslüman’a.
Enfes bir yazı! Tebrik ederim…
Dostlukla kalın…
Sevgili Serdar,
sen ikizler burcundan mısın?
Bir insanın bazı yazılara yorumları bu kadar dar, kendi yazıları bu kadar bu kadar geniş nasıl anlayamıyorum.
Resminin arkasındaki galibarda fonun iticiliği ile yüzünün temizliği ve inceliği gibi farklı senin yazıların ve yorumların serdar…
Bu yazında o kadar dengeli bir üslûp kullanmışsın ki;
Cin Ali bile “enfes bir yazı” demiş. Ki Ali çok kolay yorum yazan biri değildir.
Açıkçası Serdarcığım,
kalbinle aklına arasında kalakalıyorum…
Ali Rauf beye içtenlikle teşekkür ediyorum. Yazmak güzel ancak okunmak olağanüstüdür.
İbrahimi,
Yazanların ne düşündüğü ve inandığı önemli olsaydı, uygarlık yazının icat edildiği günde kalırdı.
Yazanın değil, okuyanın kalbi ve aklıdır hakikat olan…
Rakîkliğini, dakîkliğini anlıyorum Serdar,
ama yorumunun, benim merakımı giderici bir cevap olmadığını benim bilincim de, senin bilinçaltın da söylüyor..
Seni okumaya ve sevmeye berdevâm!
İkra diye başlamıyor mu zaten? Okuyalım birbirimizi, okudukça severiz. 🙂