İstanbul’dan Antalya’ya ilk geldiğimde, kafamdaki tek şey İstanbul’a geri dönmekti. 90’lı yıllar. Gecekonduların İstanbul siluetinden eksik olmadığı, nüfusunun da bu denli kalabalık olmadığı, her yerden kocaman pıtrak gibi gökdelenlerin, binaların yükselmediği, metrobüslerin şehir trafiğine henüz girmediği, yol güzergăhlarının daha basit, her şeyin daha sakin olduğu güzel yıllar. Sinema, tiyatro konser, ne ararsan İstanbul’da var. Antalya öyle mi? Çekiyordu genç yaşımda İstanbul beni. 90’ların sonuna kadar.
Bir şey oldu sonra bu şehre. Dağı taşı altın diye gelenler birken, onlar, yüzler, binler oldular birdenbire. Dağ taş değişti, şehrin silueti değişti, insanlar değişti, toplum değişti.
İstanbul bu değişenler karşısında kendini kaybetti gibi. Hüzünlü güzel bir kadın gibi bakıyor uzaktan bana öyle.
Megapolde yaşamak zaten güçken, biraz daha güçleşti.
İstanbul sanırım İstanbullulara bile artık dar gelir hale geldi.
Bir İstanbul aşığıyken fark ettim ki Antalya sakinliği, tabiatı, tarihiyle tam da yaşanacak bir şehir. Turizmin ana gelir kaynağı olan şehrimize önce emekliler ve mevsimlik işçiler göç etti, sonra diğerleri.
Gökdelenler belki girmedi henüz, belki oraya kadar gitmedi acımasız yürüyüş.
Yine de şu var ki, şehir kalabalıklaştı, betonlaşma her yerde başladı. Eskiden sadece yazın kalabalıktı şehir, şimdi mevsimi kalmadı ve o kalabalıklar şehre yerleşti.
Emekli şehri, turizm şehri, tarım şehri, sakin şehir Antalya çehre değiştirdi. Dar gelirliler için dahi yaşam sunan şehri yerlisiyle yabancısıyla herkes keşfetmişti.
Şimdi Antalya sokaklarında kozmopolit bir yapı var. Dili, dini, ırkı fark etmeksizin insanlar her yerde. Hoş bir tablo gibi ilk bakışta, rengarenk.
Seneler önceki bir seyahatimi hatırladım. Yer Venedik. Daracık sokaklar, tarihi kokan ambians ve gondollar sıra sıra. Bir eksiklik vardı bence ortada. Yaşayanlar? Çalışanlar, hizmetliler dışında halk yoktu ortalıkta. Dilsizdi sokaklar bana kalırsa. Sokaklarında sadece her milletten bizim gibi yabancı insan sesleri.
Yaşayan var mı dedim şehirde?
Vardı tabii ki, evlerinde. Kalabalık mıydı onları dışarı çıkarmayan, ya da pahalılık mı bilinmez. Turistler yoktu gözümde, sokaklar bence boştu ve kendi insanını hapsetmişti eve. Üzüldüm. Biz de böyle olur muyuz ki?
Evet, bence bu renkli tablonun arka yüzü önemliydi.
Bugün, Türkiye’nin en pahalı yerlerinden biri haline gelen Antalya’da kiralar aldı başını gitti.
Yeme içme mekanları, dar gelirlinin arada bir bile oturamayacağı mekanlar haline geldi. Belediyelerin kültürel faaliyetleri olmasa konser, tiyatro gösteri gibi kültürel faaliyetler cep yakıyor. Turistler, yerleşik yabancılar, döviz üzerinden para kazananlar için Antalya bir cennetken, sıradan vatandaş, emekli, dar gelirli yaşamakta zorlanıyor. Pes eden, alternatifi olan yaşamak için başka yerlere göç ediyor. Market, Pazar fiyatları el yakıyor ve yaşam, gün geçtikçe sıradan vatandaş için daha da zorlaşıyor.
Buna rağmen bu şehir doğası, denizi, tarihi ve iklimi ile yaşayanlara nefes aldırmayı sürdürüyor. Şimdilik ..
Antalya, güzel şehrim.
Gelecek ne gösterir bilinmez ancak şu var ki, Antalya’da yaşayanlar Antalya’ dan vazgeçmek istemiyor.
Sevgi ve saygılarımla.