ANNEM ÖLDÜ
MEMLEKETİM ÖLDÜ
Annem İçin…
Baba Ocağı derlermiş ya yalan .. gerçeği Ana Ocağı imiş, annemiz gitti , ocağımız söndü..
Bizi aynı sofranın etrafında birleştiren canım anlama gelsin..
Cennet kokulu anneler için gelsin..
Bilin ki sizi koşulsuz seven tek kadın ANNENİZDİR!
ANA…
Hayatı anlamlı ve değerli kılan birçok kelime hep onun adıyla başlar.
Bütün bir ömür onunla anlamlıdır, onunla güzelleşir, tat verir bize.
Bizim yaratıcıdan sonra ilk koruyucumuz, yoldaşımız, duacımız O’dur.
Onunla hayata başlar, hayatı öğrenir ve hayata tutunuruz.
Eşyayı, isimleri, çevreyi, insanları, dostluğu, sevgiyi, fedakârlığı, canı cananı onunla öğreniriz. Hayatımızın bütün çizgileri onunla başlar ve biter…
Kalbimizin ilk çarpıntısını ona söyler, mutluluğu beraber paylaşır, mutluluktan ağlarız…
Kalbimiz daralıp, dualara muhtaç olduğumuzda yağmurun toprağa koştuğu gibi ona koşarız…
Olumsuzluklar üst üste geldiğinde ağlamak için şefkatli bir kucak, teselli edecek bir el ve sımsıcak bir yürek aradığımızda tereddütsüz ilk ona gideriz.
İçimizdeki fırtına onunla diner. Sarar sarmalar bizi, onun yanında kara bulutlar dağılmaya başlar. O sihirli eller saçlarımızda dolaştıkça toprak kokulu sevgi kalbimize işler; rahatlar, kendimize geliriz.
O güç ve sevinçle tekrar hayata tutunuruz. O kutsal ve özel sevginin her an özlemini duyarak dünyanın dertleriyle boğuşmaktan bitap düşeriz.
Her yorgunluk kulağımıza fısıldanan sözlerle kaybolur:
Evladım, yavrum, kızım, oğlum, cancağızım!!
Anlarız ki bütün sıkıntılardan kurtuluşun yolu O ve onun duasıdır… Koşar adımlarla tekrar ona yöneliriz.
Her defasında yeniden özlem ve hasretle bekler kuzusunu…
Yaşamını adadığı evladının gelişi gözyaşlarını bir nebze olsun dindirir, ama bazen anlamak istemez uzun ayrılıkları, uzak kalışları anlamlandıramaz çoğu zaman.
Bazen de uzun zaman ayrılıkları onu kedere sürükler. Özlem hastalığına tutulur. Oysa her şey bize onu işaret eder, onunla var olduğumuzu gösterir. Ama biz evlatlar; belalar üzerimize sel gibi gelmedikçe anlamayız bu büyük ve inanılmaz sevgiyi, bağı, o koruyucu meleğin bizim hayatımızdaki yerini, değerini…
Her ağlayış, etkiler insanı; ama bir annenin ölümü karsısında evladının gözyaşına dayanmak mümkün mü?
Hangimiz böylesine ağır ve anlamlı bir hüzün karşısında için için ağlamadık ki? Herkesin en zayıf anı ve hepimizin ortak noktası…
Ve o an, aynı olduğumuzun ispatı… İlk yuvamızın yıkılışı, aslında bizim yıkılışımızın başlangıcı, belki de bütün insanlığın bu kadar çok sarsılması ondan…
Hayat görüşleri, dünyaya bakış açıları ne kadar farklı olursa olsun, hepimizi birleştiren, bizi birbirimize sevimli kılan O’dur, onun varlığıdır…
An gelir, birine çok kızarız ama bir anne türküsü söyler, kalp teline dokunur, bizden biri olur? Anne varlığı birleştirir hepimizi, ortak paydamız olur.
Önyargıları atar, birleşiriz… Çünkü onun adı hepimizin masumiyetini geri getirir. Bir anda o melek ruhlu günlerin temiz yüzlü çocukları oluruz, arınırız öfkeden, kinden nefretten…
Bütün kötülükler onun adıyla, sevgisiyle yok olur, uzaklaşır bizden. Dile gelen nağmeler hepimizi bütünleştirir…
Bir safta kardeş ve ‘Bir’ oluruz. Sağı solu, ötesi berisi yoktur bu derin ve en anlamlı sevginin. Biri sol yanımdan seslenir anama, diğeri sağ yanımdan; duygular, hıçkırıklar, hüzünler ortak…
Sevdamız ortak.
Bizi hayata bağlayan, başlatan yüreğimiz ortak.
Anne özlemini daha derin duyduğumuzda, çaresizce bir şefkat eli aradığımızda, Nazım Hikmet’in mısraları bağdaş kurar yüreğimize;
Annem!
Özleminle içim yanar kavrulur
Şu İstanbul sanki bana dar olur
Yavrum diye bir sarılsan ne olur
Yüreğim hasretinle kor oldu annem..
Anne ölümünün bizim için bir yıkım olduğunu düşünüp boşluğa sürüklendiğimiz de, o an hayatın bir son olduğu hayali dağlarken kalbimizi, Necip Fazıl’ın su gibi akan, yüreğimizi serinleten mısraları anlam katar ölümlerin en acısına;
Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!
Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim!…
Yusuf Hayaloğlu’nun duygu yüklü titrek kaleminden dökülen ve Ahmet Kaya’nın sesiyle dimağlarımıza lezzet veren mısraları hatırladıkça tüylerimizin diken diken olduğunu hissederiz;
Benim hiç hayalim olmadı anne…
Ne seni rahat ettirdim,
Ne kendim ettim rahat…
Bir mutluluk fotoğrafı bile çektirmedi bu hayat!
Kaybolmuş bir anahtar kadar
Sahipsizim anne…
Ne omzumda bir dost eli,
Ne saçımda bir şefkat…
Her sıkıntının ve her acının sonunda ona sığınma ihtiyacı hissedip kendimizi güvende gördüğümüzde, en gizemli duygularımızı onunla paylaşmak istediğimiz anlarda Yavuz Bülent Bakiler tercüman olur bize;
Anneciğim bilmem farkında mısın?
Söylenmemiş en mübarek, en aziz
Duygularla çepeçevre çaresiz
Sana yöneldiğimin farkında mısın?
Hayatı anlamlı ve güzel kılan her yol bizi ona götürür.
İstesek, istemesek de kendimizi bulduğumuz her yer ondan alır ilhamını.
Ana-dolu onunla hayat bulur…
Ana-vatan onunla güzelleşir,
ana-yollar onun adıyla sevenleri, hasret çekenleri birleştirir…
Ana-kentler onun adıyla şekil alır. Ana-fikirlerimiz onun adıyla güzellik ve anlam kazanır.
Ana-arterlerle şehirlerimize ışık gelir.
Ana-kuzusu denince sevimli oluruz her daim.
Ana-menü ile doyar karnımız.
Ana-hatlarıyla özetleriz her fikri. Ana ile başlar hayatımız ve ana olmadan devam edemez bu kısa ömür…
Toprak; kutsalı misafir eden; en sevgilinin sığınağı, istirahatgahı..
Toprak, mütevazı ama değerli.
Toprak, İnsanoğlunun hammaddesi, hamuru.
Toprak, ana olur, kucak açar.
Toprak kimseyi reddetmez.
Şefkattir, merhamettir toprak.
Ne çok benzer bu toprak, analarımıza?
Ana da sarar sarmalar, toprak gibi.
Belki de annelerimizi misafir ettiği içindir ki göklerin gözyaşından sonra bu kadar güzel kokar toprak…
Toprak, bütün annelerin güzelliğini simgeleyen sığınak…
Bize türlü türlü nimetler veren sunak.
Sevdiklerimizi o büyük güne kadar ağırlayan
Toprak-Ana”, şefkatli kucak!
Anama, yaşam kaynağıma, duacıma, meleğime iyi bak…
Ana emek, emek değer, değer, iz, izler, uygarlık… Ziyalarimiz daim olsun.