Memuriyet sınavlarına girdikten 8 ay sonra; şimdilerde yerinde yeller değil, büyük bir caminin konduğu sanat kuruluşuna; eksik evraklarımı tamamlamam için davet edilmiştim.
Gittim.
Müracattan beni Muhasebe ve Personel Şefine yönlendirmişlerdi. Şefin odası birinci kattaydı.
Oda kapısını çalıp içeri girdim.
Kendimi tanıttım.
Şef masasında akerdiyon gibi katlanmış dosyadan bana bir evrak uzatıp imzalattı.
Atamamın postaya verilmiş olduğunu söyleyip, 6 fotoğraf istedi.
Ertesi gün Üsküdar’da siyah beyaz foto çektirip işe başlayacağım işyerine teslim için ikinci kez, tekrar gittim.
Aynı şefin oda kapısını çalıp içeri girdiğimde bu kez ilginç gülüşmeler olmuştu.
Anlam verememiştim.
Şef müdürün odasındaymış.
Bana çay ikram ettiler. Çayımı yudumlarken, düşündüm üzerime yapışkan gülüşlerin nedenini…
Bekledim.
Personel şefi geldi. Yüzü daha şendi. O da muzipçe bir gülüş uzatmıştı bana.
Fotoğrafımı verip, doğru lavobaların olduğu alana koşturdum.
Aynaya baktım.
Acaba yüzümde, rujumda kayma mı vardı?
Yoktu.
Gayet sadeydim.
Yıllar sonra o muhasebe ve personel şefiyle evlendiğimde o gülüşmelerin nedenini öğrenmiştim.
Meğerse, benim diğer yarım, odadan çıkar çıkmaz arkadaşlarını uyarmış:
“Sakın sarkmayın. Yakında yengeniz olacak!”
Az önce dolap içlerini temizlerken eşimin mektubu ve fotoğrafım elime geçti.
Mektubu ilerleyen günlerimde yayınlarım, belki…
İşte o fotoğrafım.
Emine Pişiren/Kocaeli