Allah hakimse nesih-mensuh vardır…
Miras konulu ve vasiyet konulu ayetleri EL_HAKİM sıfatının suduruna uygun anlamaya mecburuz eper ölçü esma ise…ayetler nesh edicidir demeliyiz..
Evet…Vasiyet, sağlığında iken başkasına yapılan bağışın benzeridir. Aralarındaki fark, vasiyetin ölümden sonraya yönelik olmasından ibarettir. Mal üzerindeki vasiyet farz olsaydı, buna bütün sahabenin uyması gerekirdi. Halbuki sahabilerden vasiyet yapanlar olduğu gibi yapmayanlar da vardı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi önceleri anne, baba ve yakın hısımlara vasiyet farz iken miras âyetleri ile bu farzlık kaldırılmış ve serbest iradeye bağlı güzel bir amel olarak kalmıştır.
Diğer yandan vasiyetin fakir olan ve mirasçı da olamayan yakınlara yapılması daha faziletlidir. Çünkü iyilik yapmaya en yakınından başlamak aynı zamanda aile içi dayanışma ve yardımlaşma demektir.
Kur’ân-ı Kerîm’de yakınlara yardımı emreden çeşitli âyetler var:
“Akrabaya, fakir ve yolcuya hakkını ver, fakat saçıp savurma.” (İsrâ//26)
“(Onlar, Allâh’ın rızasını gözeterek) hısımlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan verirler.”(Bakara//177)
“Akrabalar (mirasta) Allâh’ın kitabında birbirlerine diğer mü’minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Ancak yakın dostlarınıza bir iyilik yapmanız durumu müstesnadır.” (Ahzâb/6.)Burada velîlere (yakın dostlara) iyilikte bulunmak vasiyet olarak tefsir edilmiştir.
Allah hakimse nesih-mensuh vardır…
Vasiyetin mekruh olanı da vardır mezheblere göre…evet…Mirasçıları fakir olanların, mallarını vasiyet etmeleri mekruhtur. Çünkü Allâh’ın elçisi Sa’d İbn Ebî Vakkas’a, mirasçıyı başkasına muhtaç bir durumda bırakmak yerine varlıklı olarak bırakmanın daha hayırlı olduğunu belirtmiştir.
Diğer yandan Hanefîlere göre akrabadan olsun yabancı bulunsun fısk ve fücur ehli kimseler lehine vasiyet yapılması tahrîmen (harama yakın) mekruh sayılmıştır.
Bazı durumlarda vasiyet haram hükmünde olur. Kilise veya havra yapılması ya da bunların tamiri, Tevrat veya İncil’in yazımı ya da bunların okunmasını vasiyet etmek, topluma zararlı ilimlerin yayılmasına veya genel ahlâkın bozulmasına yönelik vasiyetlerin yapılması bu niteliktedir.
Diğer yandan hayır ve iyilik yapma işini ölümden sonraya geciktirmek yerine sağlığında iken bağış yoluyla bunu gerçekleştirmek daha faziletlidir. Çünkü sağlığında iken verilen mal, servetin kullanımında etkili olan bir eksikliktir. Vasiyette ise malın eksilmesi ölüm sonrası olacak ve mal sahibini değil de mirasçıları etkileyecektir. Nitekim Allâh’ın Rasûlü’ne hangi sadakanın daha üstün olduğu sorulunca şu cevabı vermiştir: “Sağlıklı, mala karşı tutkun, zengin olmayı isteyip yoksul olmaktan korktuğun zamanlarda tasaddukta bulunmandır. Sen, tasadduk işini ölüm kapına gelince; “filana şunu, falana şunu veriyorum, filanın da şu hakkı vardı.” diyeceğin zamana kadar erteleme.” …
Allah hakimse nesih-mensuh vardır…
Evet…Hz. Peygamber, “Allah, amellerinize eklenmek üzere -hayatta iken yaptığınız iyilikler dışında hayırda bulunabilmeniz için- vefatınız sırasında mallarınızın üçte biri üzerinde size tasarruf yetkisi vermiştir” ifadesiyle (İbn Mâce, “Veṣâyâ”, 5) vasiyetin meşrû kılınış sebebine işaret etmiştir. Vasiyet sayesinde öldükten sonra hayırla yâdedilme, mirasçı olamayan yoksul akrabaları gözetme, hayatta iken iyiliği görülen kimseleri ödüllendirme ve kamu yararına yönelik hizmetlere katkı sağlama gibi amaçlar gerçekleştirilir.
Kur’an’da vasiyetle aynı kökten türeyen fiiller Allah’a nisbet edildiğinde, “Emretti, farz kıldı” (en-Nisâ 4/11; el-En‘âm 6/144, 151), başkasına nisbet edildiğinde, “Birine bir şey yapmayı tavsiye etti, öğütledi” (el-Bakara 2/132) anlamına gelir. Beş âyette sekiz yerde geçen vasiyet kelimesi üçünde (el-Bakara 2/180, 240; el-Mâide 5/106) “vasiyet etmek”, diğerlerinde ise (en-Nisâ 4/11, 12) “vasiyet konusu mal veya menfaat” mânasında kullanılır. Hukukî bir işlem olarak vasiyetten söz eden âyetlerin bir kısmında vasiyetin yerine getirilmesi gerektiği, değiştirilmesinin büyük bir vebal sayıldığı vurgulanırken (el-Bakara 2/181) bazılarında mirasın ölenin borçları ödenip vasiyeti yerine getirildikten sonra taksim edilmesi ve vasiyet sebebiyle mirasçıların zarara uğratılmaması istenir (en-Nisâ 4/11-12; ayrıca bk. el-Bakara 2/182); vasiyet yapılacağı zaman iki âdil kişinin bulundurulması tavsiye edilir (el-Mâide 5/106). Birçok fakih kişinin anne baba ve yakın akrabalarına, kocanın geride bıraktığı dul karısına vasiyette bulunmasını emreden âyetlerin (el-Bakara 2/180, 240) iddet ve miras âyetleriyle neshedildiği görüşündedir. Bazı fakihlere göre ise vasiyetin vâcip oluşu mirasçı akrabalar hakkında mensuh ise de mirasçılar arasında yer almayan akrabalar hakkında devam etmektedir (Kurtubî, III, 99-100; IV, 203-207). Hadislerde de vasiyet kelimesi ve türevleri sıkça geçer. Hz. Peygamber müslümanlara vasiyetlerini sağlıklı günlerinde hazırlamalarını öğütlemiş (Buhârî, “Veṣâyâ”, 1; Müslim, “Vaṣiyyet”, 1), miras payları Allah tarafından belirlenen mirasçılara mal vasiyet edilmemesi gerektiğini bildirmiş (Ebû Dâvûd, “Veṣâyâ”, 6; Tirmizî, “Veṣâyâ”, 5), ayrıca ölümden sonra da faydalanılacak hayır amaçlı teberruları (sadaka-i câriye) teşvik etmekle birlikte mirasçıları varlıklı bırakmanın onları dilenmeye mecbur edecek şekilde muhtaç bırakmaktan daha hayırlı olduğunu ve bundan dolayı en çok terikenin üçte biri kadar vasiyette bulunulabileceğini açıklamıştır (Buhârî, “Veṣâyâ”, 2; Müslim “Vaṣiyyet”, 5).(İslam Ansiklopedisi…
Allah hakimse nesih-mensuh vardır…
Vasiyet konusuyla ilgili ayetlerin mensuhu …içki konulu ayetlerdeki mensuh…evet…Hangi tür hükümlerin neshe konu olabileceği tartışılmıştır hep…Neshin söz konusu olduğu durumlarda önceki hüküm mensûh, onu yürürlükten kaldıran yeni hüküm veya delil nâsih diye anılır. Özellikle fıkıh usulü literatüründe gerçek anlamda neshedenin Allah olduğuna dikkat çekilerek delil veya hüküm için nâsih kelimesinin kullanımının mecazi olduğu belirtilir. Öte yandan muhkemi “neshedilmemiş” anlamında yorumlayanlar tarafından nâsih de dahil olmak üzere hükmü neshedilmeyen âyetler muhkem diye nitelendirilir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra gerçekleşmemesi, nâsih ve mensuhun şer‘î (Kur’an ve Sünnet’te bulunan) amelî hükümler olması, mensuh hükmün bir süre yürürlükte kalmış bulunması, iki hüküm arasında her biriyle ayrı ayrı amel etmeye imkân vermeyecek derecede uzlaşmazlık tesbit edilmesi, nâsih hükmün delilinin mensuhunki ile aynı güçte veya ondan daha güçlü olması neshin genel şartları arasında yer alır.
Evet…Neshi kabul eden âlimlerin tamamı Kur’an’ın Kur’an’ı ve sünnetin sünneti neshedebileceğini kabul ederken Kur’an’ın sünneti veya sünnetin Kur’an’ı neshetmesinde görüş ayrılığı bulunmaktadır. Kur’an’ın açıklanmasını sünnetin en temel işlevi olarak gören İmam Şâfiî başta olmak üzere bazı âlimler bu tür neshe karşı çıkarken çoğunluğu teşkil edenler, Kur’an’ın sünneti neshetmesi yanında mütevâtir sünnetin de Kur’an’ı neshedebileceğini söylemişlerdir
Allah hakimse nesih-mensuh vardır…
Evet…İslâm’ın ilk asırlarında Kur’an’da neshin mevcudiyeti neredeyse herkes tarafından kabul edilirken IV. (X.) yüzyılın ilk çeyreğinde vefat eden Mu‘tezile âlimi Ebû Müslim el-İsfahânî’nin buna karşı çıkmasının ardından konu tartışılır olmuştur.