Kerpiç yığma tuğladan tek katlı dört gözlü yeterince geniş olan evinin en geniş bölümü olan bizim adına mutfak dediğimiz içeri odada, yine bizim adına şömine dediğimiz ama şömineden biraz daha genişçe olan ocağın içine yerleştirdiği kuzineyi o an orada olan kağıt, çalı çırpı ne varsa tutuşturarak yakar. On iki kişilik alemiyon demliği ağzına kadar doldurarak kuzinenin üzerine koyar.
Zarife Bacı da kocasıyla birlikte kalkar. Zaten kocadan sonra kalkan kadın, kadın değildir bir kere. Rüstem Emmi kuzineyi yakarken Zarife Bacı akşamdan teknede mayalanmaya koyduğu hamurun üzerindeki örtüyü açar ve genişçe bir tepsiye yayar ve Rüstem Emminin yaktığı kuzinenin fırınına sürer. Köylerde kuzine yüzyıllarca kullanılan ocağın yerini alan çok daha rahat ve pratik bir icattır. Bir tarafta çay suyu kaynarken bir tarafta da bir güğüm su her zaman kuzinenin üzerindedir. Ev halidir. Her zaman sıcak su lazımdır.
Rüstem Emmi ile Zarife Bacı için en özel zamanlar bu zamanlardır. Zamanın uyandığı ama çocukların hala kan uykusunda olduğu anlardır. Rüstem Emmi, Zarife Bacıya daha çok zaman ayırmak isterse bir saat daha erken kalkar. Her sabah aynı saatlerde kalmanın aynı şeyleri yaşıyor olmanın gıram sıkıntısını veya evhamını çekmeden her günü yepyeni bir gün gibi yaşarlar onyıllarca. Sadece ikisi vardır o an nefes alan. Bir ses varsa o, ya gür gür yanan kuzinenin sesi veya rüzgar varsa rüzgarın sesi… veya tamdaki büyük baş hayvanların arada bir çıkan derin nefeslerinin sesi. Hepsi bu…
Bir saat kadar Zarifesiyle diz dize, yüz yüze can cana zaman geçiren Rüstem Emmi, dışarı çıkıp tamdaki hayvanların sabah temizliğini ve yiyeceklerini verirken, Zarife bacı da büyük kızı uyandırır. Büyük kız Nuray vefakar cefakar ve çok çalışkan bir kızdır. Evde ikinci bir Zarifedir adeta. Annesi kuzinenin fırınında ekmek pişirirken Nuray da bir yandan sofrayı kurmaya başlar. Kuzine o kadar büyüktür ki, üzerinde büyük demlik, sıcak su güğümü, sabah için pişmekte olan kavurma tenceresi, her sabah pekmezle yenmek için patates tenceresi, hoşaf tenceresi… Köylerde haşlama patates her öğünde bulunur. Tok tutar çünkü. Sindirimi de kolaydır. Hoşaf tenceresi de patates tenceresi gibi eksik olmaz kolay kolay kuzine üzerinden.
Derken saat yedi olmuştur. Köy yerde gün adı üzerinde gün doğumuyla başlar. Güneş ancak küçük çocukların üzerine doğar. Zarife bacı ekmekleri çıkarırken kuzinenin fırınından Nuray da kardeşlerini uyandırır ve sofraya diker. En küçük Adem en zor kalkan çocuktur. Her sabah üç beş dakika ademin ağlama sesi dinlenmeden kahvaltıya oturulmaz. Adem sustuğunda yemek başlar. Sekiz can, iki de Rüstem ile Zarife, on nüfus, ocak başında her gün aynı saatlerde hemen hemen aynı şeyleri yaşamakta. Tek farklı olan, saat yedide açılan radyoda orta dalgadan dinlenen sabah ajansının haber başlıkları. On nüfusun hiç ama hiç biri günün hiç bir anında sıkılma nedir, stres nedir bilmezler. Her gün aynı olsa da her an yep yenidir onlar için.
Uzun sürmez sabah kahvaltısı öyle. Saat sekiz olmadan inekler sağılmış yayla yoluna hazır olmalı. Zarife inekleri sağarken Nuray ile Mustafa da diğer hayvanları tam önüne çıkarır. Artık gün gülümserken onlara, Rüstem ile Mustafa da yayla yolunu tutacaktır.
Yayla azığını Nuray ile annesi birlikte hazırlar. Azık sepeti büyük olur. Sepete, büsbütün bir ekmek, bir sahan haşlanmış patates, bir çanak yoğurt, bir tas pekmez, bir büyük sahan turşu kavurması veya ne yemek varsa o koyulur. Sepet içindeki azıklar devrilmesin diye sağa sola parça ekmekler sıkıştırılır. Üzeri de örtülünce azık sepeti hazırdır artık.
Rüstem Emmi ve oğlu Mustafa yola hazırlanır. Büyük baş hayvanları Rüstem Emmi çıkarırken beş-on koyun kuzuyu da Mustafa salar ağıldan. Koyunlar ağıldan salınırken her sabah tavuk pineğinin de kapısı açılır. Koyunları bazen Nuray salar. Aynı anda da pinekteki yumurtaları da toplar. Çünkü yumurta parası Nurayın çeyizi için biriktirilir. Haftada bir çarşıya Annesi ile Nuray gider. Rüstem emmi ile Mustafa Yaylaya giderken Nuray ve annesi de çarşıya gider. Ortanca kız Hacer de evdeki diğer kardeşlerine bakar. Cuma günü ise Ana-Kız yaylaya, Rüstem Emmi ile Mustafa çarşıya gider.
Rüstem Emmi, Cuma günü ve kar yağan kış ayları hariç haftanın her günü oğluyla yaylaya gider. Yaylaya gidiş ap ayrı bir zevktir Rüstem Emmi için. Kuzuların melemesi, büyük baş hayvanların tempolu yürüyüşünden çıkan zil ve çan sesleri, boz renkli Yaman’ın rüzgarıyla hizaya giren hayvanların kaçışmaları, arada bir atın homurtusu, öküzlere koşulmuş ağır ağır ilerleyen öküz arabanın tekerinin gıcırtısı…
Rüstem Emmi yol alır ağır ağır yaylaya doğru. Yükseklere çıktıkça hava soğumaya, duman artmaya nem çiseye dönmeye başlar. Üstündeki kepe, yoğunlaşan çisenin etkisiyle mos mos kokmaya başlar. En güzeli de, yaylaya varıldığında hayvanlar salınır salınmaz ateş yakılır. Öküz arabası dikleştirilerek üzeri örtülür. Bu da yağmura karşı altına girmek için barınak olarak kullanılır. Ateşin dumanı tüterken bir yandan da yaylada çalışılır. Mustafa çoğunlukla hayvanların ve ateşin yanında oyalanırken Rüstem Emmi toprakta çalışır.
Vakit öğlen olduğunda öküz arabasının altına gelinir. Ateşe evden getirilen kerpiç demlik ile çay koyulur. Bazen de patatesler çiğ getirilmiş ise, külün içine patates gömülür. Köz üzerinde kerpiç demlikte demlenen biraz da is kokan çay, bardağa doldurulur. Serin havada o çayın dumanı, ateşin dumanı, uzaktan gelen hayvanların zil ve çan seslerinin tıngırtısı birbirine karışır. Mustafa babasının yamacına oturur ve erkek erkeğe içmekte oldukları çayın tadıyla keyiflenirler.
Alıp başını gider Rüstem emmi, uzar yayla yollarına.
Yıllar geçtikçe mutluluğu da uzar Rüstem emminin saf ve yalın bakışlarında.
* * * * * *
Şimdilerde ne Rüstem Emmi kaldıı, ne onun gözünün içine bakan Mustafa.
Ne öküz arabası kaldıı, ne koyunların bekçisi boz Yaman’ın arşınladığı yayla…
Ne Zarife Bacı kaldııı, ne Nuray kaldı süzme gözleriyle ve sırma saçlarıyla…
* * * * * *
Sütüne kattığı suyu süzmüş gibi,
Ahrete bıraktığı keyfi sezmiş gibi,
Umudunu cıgarasıyla ezmiş gibi,
* * * * * *
Dua dua el açmış Rüstem Emmi çaresiz gibi,
Her haline çöreklenmiş şeytanı tavizsiz gibi,
Bir kış boyu yetecek nevaleyi düzmüş gibi,
Hayalini bile kuramadığı rüyayı yazmış gibi,
Bütün dünyanın çarkını bozmuş gibi.
Alıp başını gider durmaz Rüstem Emmi…
* * * * * *
Sevgili pazar dostları, bu gün de bir öykücük paylaştım sizlerle. Ardından Rüstem Emminin saflığına da su katıştırdık dizelerimizle. Yer yer kendimin yer yer komşumun yer yer emmimin veya dayımın yaşadıklarını yazdım aslında. Çok ta eskilerde değildi bunlar inanın. En fazla 30 sene öncesinin isli yapraklarında kalmış kesitlerdi sadece. Oysa ki, bu gün okurken, sanki yüz yılı geride bırakmış gibi hissederseniz çok ta şaşırmam.
Pazar kahvenizin lezzeti, ömrünüzce sürsün dileklerimle…
Yazı Sözlüğü:
Kuzine: Soba yerine kullanılan, yaklaşık bir metre uzunluğunda yarım metre genişliğinde bir kaç iç bölme ve fırını olan teneke veya kalın sacdan yapılmış dikdörtgen görünümlü ısınma aracı. Sobanın içinde ekmek pişirilen şekli.
Alemiyon: Alüminyum
Azık: Evden dış ortama, tarlaya veya pikniğe veya çalışmaya çıkıldığında, eve dönene değin yetecek kadar yanına alınan yiyecek ve içecek.
Tam: Ahır
Yaman: Rüstem Emmi’lerin boz renkli koyun köpeği
Kepe (Kepenek): Çobanların üzerine giydiği, omuzu geniş, koyun veya keçi kılından yapılmşı su geçirmez aba.
İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünde lisansını (1993) tamamladı. İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Fakültesi’nde Personel Yönetimi / İnsan Kaynakları Yönetimi Anabilim Dalı’nda yüksek lisansını tamamladı. (1996) Doktorasını M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mahalli İdareler ve Yerinden Yönetim bilim dalında, Büyükşehirlerde Kentiçi Ulaşım Hizmetlerinin Entegrasyonu ve Yönetimi, İstanbul Metropoliten Alanı İçin Bir Model Önerisi adlı teziyle tamamladı. (2004).
Halen Ordu Üniversitesi’nde (Deniz Bilimleri Fakültesi, Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği bölümünde öğretim üyesi.
ICAM Network ve ICAM Publishing Genel Yayın Koordinatörlüğünü, OJOP Çevrimiçi Bilimsel Dergi Yayıncıları ve Editörleri Platformu Dönem Başkanlığını, KADOÇED Genel Başkanlığını, TİGAD (Türkiye İnternet Gazeteciliği Derneği) Ordu Temsilciliğini, KAŞYAD Başkanlığını, KARAV Müt. Heyeti Başkanlığnı yürütmektedir.
Eserleri:
Kent, Ulaşım, Yerel Yönetim, Bilişim Teknolojileri, Estetik, Kent Kültürü, Çevre, Kurumsal Etik, Bireysel İletişim ve Kurumsal İletişim Sistemleri, Siyaset, Yönetim Bilimleri, Mizah, Şiir ve Edebiyat, Kişisel Gelişim, Hukuk-Siyaset-Eğitim Felsefeleri alanlarında 10’dan fazla kitap, yüzlerce makale, bildiri, 1000’den fazla köşe yazısının müellifidir.
Evet sevgili Ahmet beyciğim çok güzel dile getirmişsiniz geçmiş yıları. O
rüzgarın sesini dinlemek, külün içinde pişem patatesin lezeti, kerpiç demlik ile Köz üzerinde demlenen çayın lezeti, uzaktan gelen hayvanların zil ve çan seslerinin tıngırtısı bir başka oluyor insan özlüyor o güzelim yıları evet çok ta eskilerde değildi her şey doğaldı saf ve tertemizdi o yıların özlemi var halen Ahmet bey beni çok eskilere götürdünüz sağolun, varolun o mis kokan Köz üzerinde demlenen çayın lezeti,buram buram kokan kokusu bir başkadır ve her şey doğaldı. sevgili Ahmet beyciğim mutlu pazarlar size de bol köpüklü kahveler kalemine, yüreğine sağlık sağlıcakla kal..
Ahmet Bey
Bizi Çocukluğumuza götürdün.
Biz bilemedik, göremedik sarı oküzü Çukurovamız’ da. Önümüze sığırları kattıkları yaşımızda, köyde ne sarı öküz ne döven ne kağnı kalmıştı. Demir tekerlekli traktörlerin yerini lastik tekerleklilere bırakmak üzere olduğu yıllardı.
Cer dişlili, paletli, arkasına 50 cm toprağın derinliğine inebilen pulluklarla Çukurova’ da son kalan makileri kökünden söken traktörlere yaşımız yetişebildi. Biz sarı öküzle, at ile toprağın karıştırıldığını, çifçilik yapıldığını İlerleyen yıllarda, başka illerde görür olduk
Yazınızı zevk ile okurken:
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum
Bekçileri gibi ebenced buraların,
Bu tenha derelerin,
Bu vahşi kayaların,
Görmediği gün yoktur bizi
Her gün doldurup testimizi.
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla
Okuma yok yazma yok,
Bilmeyiz eski yeni kuzular bize söyler
Yılların geçtiğini
arzu başlarımızından yıldızlar kadar yüksek
Önümüzde bir sürü yanımızda bir köpek.
(K.K)
Çapar Kanat
Çiftçi-Çiğ Süt Üreticisi
Öykü çok güzeldi okurken bir köy canlanıyor insanın gözünde… Şatafatın, gösterişin, reklâm ve palavraların hiç geçmediği bir diyardır anlatılanlar ve oralar… Anadolu insanı doğasının saflığı kadar temiz, toprağının verimliliği kadar vericidir. Sahip olduğu tek somun ekmeğini paylaşacak kadar toktur. Misafirperverliği ile tanınan tevazu sahibi gelenekler…
Kaleminize, yüreğinize sağlık…
Ahmet Hocam güzel konuya değindiğiniz içten ve samimi cümlelerle. Eskiye dair herşeyi kırdık geçirdik artık. Kadına ve erkeğe verilen görevlerin izleri bile şimdilerde kaybolmak üzere. köylerde yaşayan insanları keşke bu kadar kolay hayatları olsaydı.
Atatürk köylü milletin efendisi dediği zamanlarda o köylü savaşın kanayan tarafı oldu elinde tırmıkla kürekle.
Şimdilerde zamanın, köydeki insanları da erittiğini söylemeden geçemeyeceğim. Dışarıdan bakmak kolay ama içinde yaşamak çok ayrı bir durum.Tv denilen iletişim aracının amaca döndüğü zamanlarda yaşıyoruz artık ve köydeki insanın gözüne soka soka şehirde ki hayatın çileli gösterisini sanki herkese altın kaplarda sunulacakmış gibi anlatılması yüzünden köydeler de yaşayanlar kentlere göç etmeye başladılar.
O sıcacık ilişkiler de kendiliğinden yok olmaya başladı. Efendi olan köylüde kentlerde köle olmaya mahkum edildi. Köle olmayanlarda ne oldumlarla karganın ördek misali yürümesini taklit ederken kendi olmayı unuttu.
Kör kalabalıkların ahuzarında o saf ve temiz sınırlardaki insanları da, değişim kaftanını zoraki olarak giydirip, saldık hayatın zor anlarına.
Ama şuda varki devletimizden Allah razı olsun. Çocuklar okusun diye elinden geleni yapıyor. Belki şehrdeki çocukların ellerindeki imkanlar yine yok ama hiç değilse köylünün eğitime harcadığı parayı kendi cebine koymasını kolaylaştırdı.
evet emmiler, ezeler, bibiler ve neneler artık yerlerini farklı kelimelere bırakarak aramızdan yavaş yavaş ayrılıyorlar. Elimizde kalanlarında kıymetini bilerek yaşamak bizlere kalmış.
TEŞEKKÜRLER HOCAM YÜREĞİNİZE VE KALEMİNİZE SAĞLIK. bu anımsatmalarla gönülümüze yağmur yağdırdınız.
Sevgili incitanesi, Kıymetli Çapar Kanat, Sevgili Nurdan ve Değerli editörümüz, can dostumuz Aysun,
Her birinize yorumlarınızdan dolayı ben teşekkür ederim.
Online Bilgi İletişim, Sanat ve Medya Hizmetleri, (ICAM | Information, Communication, Art and Media Network) Bilgiağı Yayın Grubu bileşeni YAZAR PORTAL, her gün yenilenen güncel yayınıyla birbirinden değerli köşe yazarlarının özgün makalelerini Türk ve dünya kültür mirasına sunmaktan gurur duyar.
Yazar Portal, günlük, çevrimiçi (interaktif) Köşe Yazarı Gazetesi, basın meslek ilkelerini ve genel yayın etik ilkelerini kabul eder.
Yayın Kurulu
Kent Akademisi Dergisi
Kent Akademisi | Kent Kültürü ve Yönetimi Dergisi
Urban Academy | Journal of Urban Culture and Management
Ayın Kitabı
Yazarlarımızdan, Nevin KILIÇ’ın,
Katilini Doğuran Aşklar söz akıntısını öz akıntısı haliyle şiire yansıtan güzel bir eser. Yazarımızı eserinden dolayı kutluyoruz.
Evet sevgili Ahmet beyciğim çok güzel dile getirmişsiniz geçmiş yıları. O
rüzgarın sesini dinlemek, külün içinde pişem patatesin lezeti, kerpiç demlik ile Köz üzerinde demlenen çayın lezeti, uzaktan gelen hayvanların zil ve çan seslerinin tıngırtısı bir başka oluyor insan özlüyor o güzelim yıları evet çok ta eskilerde değildi her şey doğaldı saf ve tertemizdi o yıların özlemi var halen Ahmet bey beni çok eskilere götürdünüz sağolun, varolun o mis kokan Köz üzerinde demlenen çayın lezeti,buram buram kokan kokusu bir başkadır ve her şey doğaldı. sevgili Ahmet beyciğim mutlu pazarlar size de bol köpüklü kahveler kalemine, yüreğine sağlık sağlıcakla kal..
Ahmet Bey
Bizi Çocukluğumuza götürdün.
Biz bilemedik, göremedik sarı oküzü Çukurovamız’ da. Önümüze sığırları kattıkları yaşımızda, köyde ne sarı öküz ne döven ne kağnı kalmıştı. Demir tekerlekli traktörlerin yerini lastik tekerleklilere bırakmak üzere olduğu yıllardı.
Cer dişlili, paletli, arkasına 50 cm toprağın derinliğine inebilen pulluklarla Çukurova’ da son kalan makileri kökünden söken traktörlere yaşımız yetişebildi. Biz sarı öküzle, at ile toprağın karıştırıldığını, çifçilik yapıldığını İlerleyen yıllarda, başka illerde görür olduk
Yazınızı zevk ile okurken:
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum
Bekçileri gibi ebenced buraların,
Bu tenha derelerin,
Bu vahşi kayaların,
Görmediği gün yoktur bizi
Her gün doldurup testimizi.
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla
Okuma yok yazma yok,
Bilmeyiz eski yeni kuzular bize söyler
Yılların geçtiğini
arzu başlarımızından yıldızlar kadar yüksek
Önümüzde bir sürü yanımızda bir köpek.
(K.K)
Çapar Kanat
Çiftçi-Çiğ Süt Üreticisi
Öykü çok güzeldi okurken bir köy canlanıyor insanın gözünde… Şatafatın, gösterişin, reklâm ve palavraların hiç geçmediği bir diyardır anlatılanlar ve oralar… Anadolu insanı doğasının saflığı kadar temiz, toprağının verimliliği kadar vericidir. Sahip olduğu tek somun ekmeğini paylaşacak kadar toktur. Misafirperverliği ile tanınan tevazu sahibi gelenekler…
Kaleminize, yüreğinize sağlık…
Ahmet Hocam güzel konuya değindiğiniz içten ve samimi cümlelerle. Eskiye dair herşeyi kırdık geçirdik artık. Kadına ve erkeğe verilen görevlerin izleri bile şimdilerde kaybolmak üzere. köylerde yaşayan insanları keşke bu kadar kolay hayatları olsaydı.
Atatürk köylü milletin efendisi dediği zamanlarda o köylü savaşın kanayan tarafı oldu elinde tırmıkla kürekle.
Şimdilerde zamanın, köydeki insanları da erittiğini söylemeden geçemeyeceğim. Dışarıdan bakmak kolay ama içinde yaşamak çok ayrı bir durum.Tv denilen iletişim aracının amaca döndüğü zamanlarda yaşıyoruz artık ve köydeki insanın gözüne soka soka şehirde ki hayatın çileli gösterisini sanki herkese altın kaplarda sunulacakmış gibi anlatılması yüzünden köydeler de yaşayanlar kentlere göç etmeye başladılar.
O sıcacık ilişkiler de kendiliğinden yok olmaya başladı. Efendi olan köylüde kentlerde köle olmaya mahkum edildi. Köle olmayanlarda ne oldumlarla karganın ördek misali yürümesini taklit ederken kendi olmayı unuttu.
Kör kalabalıkların ahuzarında o saf ve temiz sınırlardaki insanları da, değişim kaftanını zoraki olarak giydirip, saldık hayatın zor anlarına.
Ama şuda varki devletimizden Allah razı olsun. Çocuklar okusun diye elinden geleni yapıyor. Belki şehrdeki çocukların ellerindeki imkanlar yine yok ama hiç değilse köylünün eğitime harcadığı parayı kendi cebine koymasını kolaylaştırdı.
evet emmiler, ezeler, bibiler ve neneler artık yerlerini farklı kelimelere bırakarak aramızdan yavaş yavaş ayrılıyorlar. Elimizde kalanlarında kıymetini bilerek yaşamak bizlere kalmış.
TEŞEKKÜRLER HOCAM YÜREĞİNİZE VE KALEMİNİZE SAĞLIK. bu anımsatmalarla gönülümüze yağmur yağdırdınız.
Sevgili incitanesi, Kıymetli Çapar Kanat, Sevgili Nurdan ve Değerli editörümüz, can dostumuz Aysun,
Her birinize yorumlarınızdan dolayı ben teşekkür ederim.