Gökyüzü bir tuhaftı bu akşam. Ay tepelere demir atmış, bulutlar vadilere sinmişti. Ay güneşin yerini almak üzereydi. Gün, sanki sabahı beklemeden aydınlanacaktı.
Obalı yeni uçmaya çalışan arılar gibi dışarı dökülmüştü.
Büyükler, “Uzun yıllar böyle aydınlık bir gece yaşamadık.” Dediler. Büyükler, evlerdeki ateşi söndürün, çocuklar koşmasın. İnekler ahırda bağlı kalsın. Gibi bir takım bâtıl inançları uygulamaya çalışıyorlardı.
Evlerde kimse kalmadı. Sesler obayı şenlikli hâle getirdi. Şenlik, silah sesleriyle farklı bir boyut kazansa da büyüklerin isteği değildi. Onun için, hemen silah sıkanlara müdahalede bulundular.
Zamanı bilemiyorum fakat kardeşimin,” Alev topu geliyor.” Diye bağırması obalıyı uyarmasına dikkatimiz çekiliyor. Gerçekten bir alev topu geliyordu. O anda soluklar tutuldu. Oba sessizliğe gömüldü. İneklerin zil sesleri bile işitilmez oldu.
Basket topu kadar bir kütle, alev saçarak geliyordu. Herkes yerine çivilenmiş, esen neşe havası yerini korku atmosferine bırakmıştı. Gözümüzü alev topundan ayıramazken, büyükler tepelerdeki ayın yuvarlağını işaret ediyorlardı. Dikkatleri ay üzerineydi.
Babam, “Ayın hareketi, öğretmene koşun,” Dedi.
Annem, “İneklerle ormana kaçalım.” Dedi.
Yaşlı amca, “Yıldız kayması” dedi.
Yıldız kayması sözü içimizi serinletir gibi oldu. En azından olayı biliyorduk, yanmayacaktık.
Irmağa düşenin şansı olmadığı gibi, çaresizlik içerisinde bekliyorduk. Çocuğunu alan anne evin yolunu tuttu. Arkadaşın babası, moral vereceği yerde, oba yanacak, diyerek panik havası yaratmaya çalıştı. Bir iki aile inekleriyle ormana kaçmaya çalıştı.
Komşunun köpeği zincirini kırmış, insanların arkasında titriyordu.
Alev topu yaklaşıyordu. Taş mağaraya sığınalım diyen de oldu. Kardeşim sessizce “Taş mağaraya gidene kadar alev topu, obanın altından girer, üstünden çıkar.” Dedi.
Kardeşim ayağını çarptı, inek bağını kopardı ve kenardaki davulcunun evi yanmaya başladı. Bu olayları ayın durumuna bağladılar. Babam, “Kaderin oyunu yanmak da varmış.” dedi.
Geliyorum diyen felaketin beyinlere kazıdığı korkunun insan bünyesindeki değişikliği hiçbir etken yapamazdı. Obaya korku rüzgârı girmiş çıkmak bilmiyordu. İnsanlar da ne yapacağını düşünemiyordu. Öğretmen de gelmemişti. Beyaz saçlı amca, “Yaprak bile sararacağı mevsimi biliyor.” Dedi.
Babam, “Hayat dediğin boşluk kabul etmez. Yaşanılanı gördükçe kötü düşünmeden edemiyorum.” Dedi. Annem, “Çiçeklerimiz de yok olup gidecek.” Dedi.
Ay parlamaya devam ediyordu. Ayı sevenler herhalde mutludurlar. Yıldızlar alçalmış, Saman yolu belirginleşmişti. Yıldızlar da aydan ışık alıyordu. Öğretmende gelmediği için, kaderin oyunu diyerek teselli oluyorduk. Fırtına öncesi atmosfer gibi göz yaşları da kuru akıyordu.
Öğretmenin gelmesiyle moraller biraz şenlendi. İnsanların bu kadar panik yapacağını düşünememişti. Öğretmen obalıya, “Alev topu dediğiniz, gök taşıdır. Gök taşının hareketine yıldız kayması da dersiniz. Gök taşı atmosfere girdiğinde parçalanır. Parçaları yer yüzüne inmez. Uzaya dağılır. Gök taşının yeryüzüne düştüğü enderdir. Düşenler de yer yüzünde göller oluşturmuştur.
Doğa olaylarına karşı iyilik işe yaramaz. Korku iç dünyamızı sarar. Göktaşının gelmeyeceğini bilsek de korkmaya devam ederiz.
Göktaşı iyice yaklaştığında alevi söndü, çevresindeki kırmızılık kayboldu. Böylece göktaşının parçalanarak uzayın derinliklerinde kaybolup gitmesi herkesi sevindirdi.
Gecenin ilerleyen saatinde sevinç naraları atıldı.
“Göktaşı” yaşantımızda korku dolu bir sayfa olarak kaldı.
Hasan TANRIVERDİ