yapışmaz
Köroğlu’ndan başka kimse
güçlülerin yakasına.
görüyorum
görevliler
divan duruyorlar el pençe
suçluların kakasına.
H.E.
Depremle oturup depremle kalkıyoruz; iki haftadır.
40 binden fazla canımız gitti. Ya harabeyedönen kentlerimiz,
kasabalarımız, köylerimiz!Ya yıkılan on binlerce evimiz barkımız!
Bir o kadar da yıkılması gereken var daha.
Bugün konuştuklarımızı depremden önce konuşup tartışarak
gerekli önlemleri alsaydık keşke! Uğradığımız maddi zararın binde birini
depreme hazırlık için harcasak, binde bir bile olmazdı zararımız.
Ne söylesek boş şimdi… İş işten çoktan geçti. Testimizdeki su
boşa aktığı gibi, testi de kırılıp gitti.
Doğa ve tanrının, “Aklınızı başınıza alın! Aklınızı kullanın gayrı!”
uyarılarını ne zaman dikkate alacağız acaba?
Bildiklerinizi yineleyip canınızı sıkmak istemediğim için bu konu-
ya bir nokta koyup haftalık öykümüzle baş başa bırakıyorum sizi:
***
“Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer, kürkçü dükkânıdır.” derler. Doğrudur. Onda bu güzel kuyruk olduğu sürece, kolay kolay değişmez bu kural.
Nerden mi aklıma geldi bu söz?
1957 yazında Seydişehir’e bir yıl önce gelin giden ablamı ziyarete gitmiştim ya… Birkaç gün kalıp özlem giderdikten sonra, “İzninizle ben gideyim artık.” deyip dönüp geldim; memleketim Akseki’ye ve köyüme.
Evet, bizim kürkçü dükkânımız da Akseki ve köyümüz Gödene… Köyümüzde sebze ve meyvenin en bol olduğu aydır ağustos. O nedenle gurbette olanlar, genellikle hep bu ayı seçerler; sıla özlemini dindirmek için.
Dolayısıyla, mecbur kalmadıkça kolay kolay kimse ayrılmaz; bu ay köyünden. Ama ben yine ayrılmak zorundaydım. 15 ağustosta okulum Aksu’da olmalıydım çünkü.
Okulların açılmasına daha çok varken niçin mi?
Cebir dersinden bütünlemeye kalmıştım çünkü ben. Ders yılı içinde arkadaşlarım harıl harıl cebir sınavına hazırlanırken, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanını okumanın bir ödülüydü bu bana! Ödülümü niçin bırakacaktım ki bir başkasına!
Öperek annemin elini, düştüm yine yollara. Aksu’ya varıncaya değin, yaz boyunca almamıştım, cebir kitabını elime.
O günlerde eylül ayıyla birlikte başlardı; bütünleme sınavları. İlk gün, ilk sınav cebir olsa bile, 15 gün vardı ki önümde, yeter de artardı bu süre bana.
Üç yıl önce, matematik bütünleme sınavını nasıl başarmışsam, bunu da öyle başaracaktım. Hava çok sıcaktı ama güneşin bağrında kazma kürekle çalışmayacaktım ya. Ayrıca kimi arkadaşlar gibi iki, üç ders değildi ya bütünlemem: Tek ders, tek kitap…
Üç yıl önce sözlüydü bütünleme sınavları. Bu kez yazılı olacakmış. Sorun değildi benim için. 15 günde altından girer üstünden çıkarım ben o dersin. Ve okula geldiğimin hemen ertesi günü sabah, aldım elime ders kitabını.
Sınıfımıza bitişik kütüphaneyi seçtim; çalışma yeri olarak. Çünkü sessiz ve sakin bir ortamdı orası. Girip çıkan az olduğu için dikkatim dağılmazdı.
Ders kitabı, defter, kalem… Ve bir de ben… Kapıdan oldukça uzakta kuruldum; dört köşe bir masaya hemen. İlk sayfadan başladım okumaya. Önemli satırların altını çizip defterime yazarak… Ezber değil, anlayarak…
Gerçekten de iki hafta içinde ilk sayfadan son sayfaya, ilk satırdan son satıra, hiç kimseye bir şey sormadan not alarak, öğrenerek çalıştım. Örnek problemleri de çözdüm tek tek, tüm verilmiş soruları, ödevleri de.
Öyle sanıldığı gibi, hiç de zor değilmiş cebir. Belli bir mantığı vardı. Onu kavradınız mıydı, çorap söküğü gibi geliyordu gerisi.
Ağustosun son günleri, meydan okuyordun artık herkese! Eylülün ilk haftasının son günündeydi sınav. Rahat girip rahat çıktım. Birkaç gün sonra duyuruldu sonuç. Merak edip bakma gereğini bile duymadım. Arkadaşlar söylediler geçtiğimi.
Ve böylece, Aksu Öğretmen Okulu’nun beşinci sınıf öğrencisiydi artık; Hüseyin Erkan.
***
BOŞLUKLAR AVUNDUKÇA BÜYÜR
Halk edebiyatımızda da yoktur kadın, divan edebiyatımızda da… Ya da yok denecek kadar az…
Cumhuriyet edebiyatımızda eh, biraz…
Neden?
Ozan olamaz, şair olamaz, yazar olamaz mı kadın?
Olurolmasına, olur da… Ya kapatmışsan yolunu, yıkılması güç engellerle?
İyi ki bir Atatürk yetiştirdi de bu ulus, yıkıp geçti o engelleri. Sizde görüyorsunuz; son yıllarda yazılı, sözlü ve görüntülü basında ön plana çıkmaya başladı kadınlarımız. İşte onlardan biri de Ayvalık’ta edebiyat öğretmeni olarak görev yapan Melek Şahin Kayaş…
Boşluklar Avundukça Büyür adlı öykü kitabının yazarı… 22 öyküsünütoplamış bu kitapta.
Her birinin dili de güzel, anlatımı da… Ayrıca işlediği konuları yoğurup sunması da…
Daha önce yayımlanan “Beyaz Bulut” adlı romanını okumadım henüz. Ama onu da okumak istiyorum; kısa zamanda.
Geleceği parlak bir yazar olarak gördüm ben, bu genç meslektaşımı. Yolu ve şansı açık olsun!
Özellikle ”Dünyanın Dışından”, “İnsan Nelere Alışmıyor ki”, “Anlaşılan Siz de Sürgünsünüz” adlı öykülerini daha çok beğendim ben. Okuyunca sizin de beğeneceğinizi umarım.
Hüseyin Erkan