GÂVURLAR ÇALIŞSIN, BİZ YİYELİM
Eskiden köle iki büklüm
Ağırlığını taşırdı efendisinin;
Bugünküler
Düşüncesini taşımakta.
Fazıl Hüsnü Dağlarca
(ÖNSÖZ:Günlerdir deprem felaketiyle yanıyor ciğerlerimiz. Gazete, radyo ve televizyonda hep bu acı… İzninizle ben de bu konuya değinip yaranızı deşmek istemiyorum.)
Anlıyorum ki bugün, 1957’de Aksu Öğretmen Okulu dördüncü sınıf öğrencisi Hüseyin Erkan’ın sorgulama, sorarak öğrenme yeteneği hiç mi hiç gelişmemiş.
Nerden mi anladım bunu?
O yıl, köyümden çıkıp Seydişehir’in Muradiye köyüne kadar gitmiştim; ablamın kayınpederi Eğitmen Bey’le de adını bile sormamışım. Haydi, adı önemli değil, “Eğitmen Bey”
Sözgelişi bizim köyümüzde Aksu Köy Enstitüsü mezunu 8 öğretmen vardı ama eğitmen yoktu. Benim bildiğim, annemin köyü Menerge’de vardı bir eğitmen. Yaşıtım ve sevgili arkadaşım Mahmut Yüksel’in babası…
A be mübarek çocuk! Seydişehir’den Muradiye köyüne kadar bir saat birlikte demek yetiyor; diyelim. Pekiyi bu insan ne yaptı, nasıl yaptı da eğitmen oldu?yürüdüğünüz Eğitmen Bey’e, “Siz nasıl eğitmen oldunuz? Nerde, kimlerden eğitim aldınız? Öğrencilerinizi nasıl yetiştiriyorsunuz? İşinizden memnun musunuz?” diye sormak niçin aklına gelmiyor senin?
Ben bunları sorunca şimdi, ”Demek ki soru sormayı öğretmemişler bize okulda.” diye bir mazeret uyduruverdi hemen. Kimi kandıracağını sanıyorsun sen, bu uyduruk yanıtınla?
Okullar soru sormayı değil, sorulan soruları yanıtlamayı öğretir. Hangi öğretmen kendisine soru sorulmasından hoşlanır? Öğrencilere:
“Siz bana soru soramazsınız, ben size sorarım!” demez mi öğretmenler?
Yani ki Hüseyin Erkan’ın, “Aksu’da bana soru sormayı öğretmediler.” demesinin hiçbir mantığı yok.
Nerede, hangi okulda, hangi öğretmen ya da hangi profesör öğretiyor ki bunu?
Gerçekte var olmayan, dahası olması bile düşünülmeyen bir düş, bir hayal senin mazeret olarak söylediğin.
Bırak okulları, öğretmenleri, anne babalar da çocuklarının soru sormasından hoşlanmazlar hiç. Hangi çocuk, ”Anne! Sen neden bu kadar çok konuşuyorsun?” diyebilir? Ya da, “Baba! Bir soru sorunca sana, niçin hep kızarsın bana?” dese, ne olur dersiniz o annenin, o babanın yanıtı?
“Aferin yavrum! Bana böyle güzel bir soru sorduğun için gel seni alnından bir öpeyim.” diyen bir anne, baba düşünebilir misiniz?
İster muhtar olsun, ister kaymakam, ister vali… İster müdür olsun, ister müsteşar, ister bakan… İster seçilmiş olsun, ister atanmış bir kamu görevlisi de hoşlanmaz; kendisine soru sorulmasından.
Hele hele eleştirisel bir soruysa bu…
En basiti, “Sen kim oluyorsun da bana bunu soruyorsun? Haddini bil!” demekle başlar söze. Yani, “Ben büyüğüm, ben güçlüyüm. Bak yüksek bir koltuğum ve saygın bir makamım var benim. Ayrıca bir makam arabam, bir lojmanım ve yüksek bir maaşım… Ya senin, ya senin neyin var zavallı?” demek değil midir bu?
Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Anlayan çoktan anladı. Anlamayana ne desen boş!
Şunu kabul edelim ki, 1957’de 15 yaşındaki ben, soru sormayı bilmiyormuşum demek ki. Bilseydim eğer, çok şey öğrenirdim o eğitmenden.
Eğitmen Bey’le birlikte köyü dolaşırken, okula benzer bir yapı görmemiştim. “Nerde sizin okulunuz? Görüp gezebilir miyiz lütfen?” diye sorsam ayıp mı olurdu sanki?
Yazının tam burasında cep telefonum, “WhatsApp’tan bir ileti geldi” diye tınladı. Baktım, Hasanoğlan mezunu eğitimci bir kardeşimden… Merak edip açtım.
“Olamaz, olamaz! Bu kadar büyük bir tesadüf olamaz!“ diye bağırmışım. Niçin mi?
İletiyi aynen vereyim de nedenini siz söyleyin. Devlet bütçesinden en çok ödenek ayrılan cumhuriyetimizle yaşıt kurumlarımızdan biri, bedava dağıttığı bir kitapta bakın neler yazıyormuş:
“Maalesef ileri zekâlı bir nesil geliyor… Bu sivri zekâlı veletler, sürekli sorular soruyor… “O ne, bu ne?” diyor. Çocuk ileri zekâlı olacak da ne olacak? Yaptığını beğenmeyecek ve inancınla, ibadetinle ilgili sorular soracak. Böyle giderse evde huzur, camide cemaat kalmayacak. Anne ve babalara sesleniyorum: Çocuklarınıza lütfen zekâ geliştirmeyen oyuncaklar verin.”
“Eğitime ayrılan bütçeye bakın. Neredeyse Diyanet kadar bütçesi var okulların. Boşa giden bir para… Bu eğitim işinin mantığı nedir? Çocuklar buraları bitirecek, mühendis olacak, telefon yapacak, değil mi? Zaten telefon var piyasada. Saçmalığa bakar mısınız! Araba yapılacaksa zaten süper yabancı arabalar var. Fasulye yetiştirilecekse Çin’de daha ucuzu var. Yani eğitime para harcayacağımıza arabaydı, telefondu bunları yabancılardan almak daha mantıklı değil mi? Bu şekilde dinimiz bize kalır.”
Ya, ya! Ben bunu düşünememiştim bugüne kadar. En kısa zamanda bu kitabı bulup okumalı. Halkımız, ulusumuz ve de devletimiz için kim bilir daha nice değerli bilgiler vardır bu eserde! Bazılarının zannettiği gibi, bu kuruma verdiğimiz 4-5 bakanlık bütçesinden daha çok para boşa gitmiyor demek ki!
Gerçekten de camide cemaat kalmazsa ne olur bizim halimiz! Eğitime niçin bu kadar masraf ediyoruz ki! Kur’an kursları ve imam hatip okulları neyimize yetmez bizim! Derhal Milli Eğitim Bakanlığını da lağvedelim; Tarım ve Sanayi Bakanlıklarını da… Boşuna masraf!.. Ne gerek var bunlara! Kafamızı kullanalım biraz da:
Onca akılsız gâvur var bu dünyada. Onlar çalışsın, biz yiyelim.
Oh be! Gel keyfim gel!