KIVILCIM YÜREKLİ KADINLAR
son deprem felâketini yaşayanlara
nasılsın demeye utanıyorum
sende de varsa böyle bir duygu
dostum musun
kardeşim misin bilmem ama
bir yerlerden ben seni tanıyorum.
H.E.
Köyde geçen çocukluğumdan bu yana, hiç mi hiç güzel gelmedi bana; kadını hor gören anlayış. Bu görüşü savunanları da sevemedim hiç, bu tür uygulamaları da…
“Kadın ille şöyle giyinmeli, böyle giyinmeli. Bırakın boynunu, bağrını; saçının telini bile göstermemeli.” diye üst perdeden konuşup ahkâm kesenleri çirkin bulmuşumdur hep.
Nedir kadınlarla alıp veremediği onların, bilmem ki. Niçin ikinci sınıf insan gibi görürler kadınları, anlayamam.
Annemiz, anneannemiz, ninemiz değil mi onlar? Ablamız, kız kardeşimiz, teyzemiz, halamız değil mi? Ve hayat arkadaşımız, eşimiz ve sevgili çocuklarımızın sevgili anneleri değil mi; küçük görüp horladığımız kadınlar?
Yok efendim, “Saçı uzun, aklı kısaymış” onların!
Kendi akıllarının ne kadar zayıf, güçsüz ve kısa olduğunu ortaya koymuş olur; böyle düşünenler.
Kas gücünden başka, bizim ne üstünlüğümüz var ki kadınlardan?
Kas gücü, bilek gücü doğada karşılaştığı engelleri zayıf aklıyla yenemeyen erkeklerin binlerce yıl sonucu elde ettikleri bir birikimdir. Bu birikimi ailesi ve ülkesinin yararı için kullananlara saygı duyarım elbette. Ancak, “Kadın, kadın! Sen kim oluyorsun da benim karşımda konuşuyorsun? Sözümün üstüne söz istemem. Ne diyorsam o olacak. Yoksa ümüğünü sıkar, canını alırım senin!” diyen geri zekâlıları insan bile saymam ben.
Ne yazık ki, uzun yıllar hep böyle düşünenler egemen olmuş ülkemizde. Sözgelişi Ziya Paşa bile:
“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir;
Tekdir ile de uslanmayanın hakkı kötektir.”
der; bir şiirinde. Yani, “Öğütle, nasihatle yola gelmeyeni azarlamalı, paylamalı, sertçe uyarmalı. Yine de uslanmazsa dövmeli, pataklamalı.”
Ülkemizde pek çok erkek, özellikle eşlerine karşı, böyle düşünür maalesef. Mutsuz ailelerin temelinde bu anlayış yatar hep.
Kadını küçük görmek de saçma bir düşüncedir; toplumda kadınla erkeği ayırmak da… Yıllarca önce ünlü bir gazete patronu, evlenen oğlunun düğününe davet etmişti bizi. Verilen adrese gittiğimizde beni bir kapıdan, eşim Güler’i başka bir kapıdan almışlardı içeri. Şaşırmıştık ama biraz sonra birlikte oluruz; diye düşünmüştük. Ne müzik vardı, gülüp oynayan. Bir süre sonra dışarı çıktığımızda, ben gelini görmemiştim, eşim de damadı…
Ülkemizde zengin ama dindar bir iş adamı böyle oluyordu işte! Gelini, düğününe davet ettiğin erkeklere göstermiyordu; damadı da kadınlara… Böyle yaparsan, sağlam olur değil mi, yeni kurulan yuva!?
Birkaç yıl sonra duyduk ki ama 3.4’ten büyük bir deprem olmadığı halde, yer ile yeksan olmuş; güya o kem gözlerden korunan saray!
Ah, ah!..Öyle düşünenlerin yüzünden işte biz, 1950-1960 arasında, köy enstitülerinin devamı olan yatılı öğretmen okullarında, hiçbir kız öğrenci ya da hiçbir erkek öğrenci olmayan öğretmen okullarında okumak zorunda kaldık.
Kız-erkek karma köy enstitülerini kuran Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’u hep sevgi ve saygıyla anarken, bizleri kuru bir dal gibi öksüz bırakan o siyasetçilere kanım kaynamadı hiç.
1957-1958 ders yılına başlarken, ne iyi etmiş de Kıbrıslı kimya öğretmenimiz Selâhi Ertuğrul,Antalya Lisesi ikinci sınıf öğrencisi kızı Şeyma’nın naklini Aksu’ya aldırmış! O sıralar meteliğe kurşun atan, hepsi de benim gibi yoksul köy çocuğu olan 34 arkadaşımın her biri, milli piyangodanbüyük ikramiye çıkmışçasına sevindi bu duruma.
Okullarda kızları, erkekleri, toplumda kadını, erkeği birbirinden ayırmak kadar ilkel bir düşünce olamaz. Kaldı ki, ilkel denen toplumlarda bile böyle bir uygulama yok.
Şuna inanıyorum ki yürekten, 1953-1959 yıllarında kız-erkek karışık bir eğitim uygulansaydı Aksu’da, daha doğru düşünen, daha kibar, daha uygar ve daha başarılı bir insan olurdum ben.
***
Son günlerde güzel bir kitap okudum yine. Adı “Kıvılcım Yürekli Kadınlar”… Yazarı bir hanım… Daha önce “Anılarımla Hasanoğlan” ve “Bir Öğretmen Yetişiyor”adlı kitaplarını zevkle okuduğum başarılı yazarŞehriban Tuğrul’un eseri.
Kırşehir/Çiçekdağı/Çopraşıkköyünde doğmuş bu yazarımız.
Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu çıkışlı eğitim fakültesi mezunu bir öğretmen…
Çocukken, Kırşehir’den Yozgat’ın Şefaatli ilçesine taşınmışlar. O Anadolu kasabasından kadın-erkek ayrımını dile getiren öyle acı sahneler anlatılır ki bu kitapta, “Yok canım! Olamaz bu kadar da” der, şaşar kalırsınız.
Özellikle genç kızlarımız ve de genç erkeklerimiz, evlenmeye karar vermeden önce mutlaka okumalı bu kitabı.(*)