“İnsanlar uzun süre haksızlığa katlanamaz.
İnsanda akıl, irade, mefkûre (ülkü, ideal, amaç)
varken zilleti, aşağılığı kabul edemez.”
ZİYA GÖKALP
1953’te Aksu Köy Enstitüsü 1. sınıf öğrencisiydim. Birçok arkadaşım gibi 11-12 yaşındaydım henüz. Türkçe öğretmenimiz Necdet Hızır, Nâmık Kemal’in:
Âmâlimiz, efkârımız ikbâl-i vatandır
dizesiyle başlayan Vatan Şarkısı adlı şiirini ezberletmişti bize. İlk dizesi, sizin de gördüğünüz gibi, o yaştaki öğrencilere göre biraz ağırdı ama sözgelişi ikinci kıtası.
Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda
Can korkusu gezmez ovamızda, dağımızda
diye anlaşılır bir dille devam ediyordu.
O yıl, Namık Kemal’i nasıl sevip benimsemişsem, öğretmenimiz Ziya Gökalp’ten hiç söz etmemesine karşın, onunla ilgili kütüphaneden bir kitap alıp okuduğum için bu şairimizi de çok sevmiştim. Üstelik:
Güzel dil Türkçe bize,
Başka dil gece bize.
İstanbul konuşması,
En sâf, en ince bize.
örneğinde olduğu gibi, çok sade bir Türkçe idi, bu şairimizin dili.
Gökalpi’i 5. sınıftayken daha iyi tanıyıp sevdim. Nedeni şu: Edebiyat kitabımızda Vatan adlı bir şiiri vardı Gökalp’in. Şöyle başlıyordu o şiir:
Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar, mânâsını namazdaki duânın…
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur’an okunur
Küçük büyük herkes bilir, buyruğunu Hüdâ’nın…
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
1957-1958 ders yılında, liseler ve öğretmen okullarında okutulan ders kitabında böyle bir şiir olması şaşırtıyor mu sizi?
Niçin mi şaşırtsın!
Sekiz yıldır ülkeyi Demokrat Parti yönetiyordu çünkü. O iktidar ki, 14 Mayıs 1950’de yapılan seçim sonrası iktidar olur olmaz, Atatürk’ün girişimiyle minarelerimizden 15 yıldır “Tanrı uludur, Tanrı uludur.” diye okunan Türkçe ezanı 1400 yıl önce yaşayan Habeşli Bilal’in diline çevirir hemen.
Bugün, bu şiir var mıdır ders kitaplarında? Olabilir mi? Milli Eğitim Bakanlığı bu şiirin yer aldığı bir kitabın okullara girmesine izin verir mi? Bu şiirin son kıtası da şöyledir:
Bir ülke ki, çarşısında dönen bütün sermâye,
Sanatında yol gösteren ilimle fen Türk’ündür.
Hirfetleri birbirini dâim eder himâye,
Tersâneler, fabrikalar, vapur, tren Türk’ündür;
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Atatürk, Gökalp’in dil konusundaki dileğini 1932’de Türk Dil Kurumu’nu kurup ezanı Türkçe okutarak, Kur’an’ı Türkçe’ye çevirterek gerçekleştirdiği gibi yabancıların elindeki tersane, fabrika, vapur, tren gibi şirketleri de millileştirip devletin ve halkımızın malı yapmıştır.
Biz ne yapıyoruz bugün?
Gökalp’i duymazdan, Atatürk’ü bilmezden gelip sattıkça satıyoruz.
Elde bir şey kaldı mı? Bilmiyorum.
Bu iki değerli insanımızın da fotoğraflarını duvarlarımıza asıyor; adlarını güya saygıyla anıyoruz ama gösterdikleri yolun tamamen tersine gidiyoruz. Böyle durumları anlatmak için, “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” der ki halkımız, aynen öyle…
Umutsuzluğa kapılmak yok ama. Bakınız, İstanbul işgal altında ve şairimiz Ziya Gökalp, Malta adasında sürgün hapsindeyken bile, kızı Hürriyet’e yazdığı mektupta ne diyor:
“ Sevgili Kızım;
İnsan için hürriyetsiz yaşamak çok güç… Benim iki hürriyetim var ki bugün ikisinden de uzağım. Birisi sensin. Sana kavuştuğum zaman öteki hürriyetime de kavuşacağım. Senin adın da senin gibi iyidir.
Bir zaman gelecek ki bütün insanlar, bütün milletler hür olacak. Akıllar hür olacak, kalpler hür olacak, vicdanlar hür olacak. İnsaniyet bu kara günlerin sonuna yaklaşmıştır. Hak, kuvvete galebe çalacaktır. Nasıl bu gördüğümüz mavi gökte parlak bir güneş varsa, ruhların manevi semasında da ondan daha parlak bir güneş vardır ki doğmak üzeredir. Bu güneş hürriyettir ki nurları hakikat, harareti muhabbettir. Vazifesini sorarsan adalettir sevgili kızım; adalettir!”
Evet, Gökalp gibi candan yürekten inanıyorum ki ben de güneş doğmak üzeredir.
Umutsuzluk yok asla. Özgürlük, sevgi ve adalet güneşi doğmak üzere çünkü…
İHTİRAS MEVSİMİ
İhtirasın kötü bir şey olduğunu sanırız biz, değil mi? Hayır, hiç de öyle değil… Bakınız, Ziya Gökalp’in hemşerisi şair Cahit Sıtkı Tarancı, bir şiirinin sonunu nasıl bitirir:
Kadın raks ederken güzeldir,
Bayrak dalgalandıkça,
Deniz köpürdüğü zaman,
İnsan, ihtirasla yaşarken…
Gerçekten de ihtirassız bir insan bitmiş, tükenmiş demek değil midir? Yalnızca soluk alıp vermek, yalnızca yiyip içmek midir yaşamak?
Ancak her güzel şeyin fazlası gibi aşırı ihtiras da zararlı olur elbet.
Birkaç yıl önce ilgi ve merakla okuduğum Güç Mevsimi ve İntikam Mevsimi romanlarıyla tanıyıp sevdiğim yazar A. Yasemin Eren’in bu serinin üçüncü ve son kitabı İhtiras Mevsimi’ni de okudum zevkle.
“Roman bilgi kitabı değildir.” denir ama yazarımız bilip öğrendiklerini, araştırma sonucu elde ettiklerini öyle güzel yoğurmuş ki olayların içinde, çok şey öğreniyorsunuz; farkında olmadan.
Büyük şirketler arasında çıkar ilişkilerinin çatıştığı, uluslararası gizli haber alma örgütlerinin savaştığı bir roman bu.
Roman kahramanlarının ortak bir hedefi var: Paraya dayanan gücü ele geçirmek…
Aynı zamanda güçlü bir aşk romanı bu… Hem de bugüne değin okuduğum aşk romanlarının en güzeli!.. Söylenip yazılması ayıp ve günah sanılan kavramlar bile öyle güzel sözcüklerle anlatılmış ki, gerçekten çok takdir ettim. Okursanız siz de çok seveceksiniz; bu genç ve yürekli yazarı.
Değerli yazarımız A. Yasemin Eren’den ülkemiz gerçeklerinin de yoğurulup anlatıldığı romanlar beklemek hakkımız artık bizim. (*)