AKSU ÖĞRETMEN OKULU-BANA SENİ GEREK SENİ
Köroğlu yaslar sırtını Çamlıbel’e
Şaha kaldırır Kırat’ını
Yedirmez haramilere
Fakir fukaranın hakkını
Dar eder dünyayı Bolu Beyi’ne
Bahattin GEMİCİ
1940’lı yılların başlarında Aksu Köy Enstitüsü olarak kurulmuş olan Aksu Öğretmen Okulu’nda 1957-1958 ders yılında 5. sınıf öğrencisiydim.
800 öğrencisi olan okulun yalnızca tek şubesi bulunan mevcudu az küçük bir sınıftık biz. Niçin mi öyleydi?
Bizim okula gireceğimiz 1953 yılında, öğretim süresi 5 yıl olan köy enstitüleri 6 yıla çıkarılmış çünkü. Ve bir yıl sonra da adı değiştirivermiş!
Böylece Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes, 14 Mayıs 1950 seçimlerinden önce, “Biz iktidar olursak köy enstitülerini kapatacağız.” sözünü yerine getirmiş oluyorlar güya!
“Bu bir kandırmaca ama! Kapatmamışlar ki, adını değiştirmişler yalnızca.” diyeceksiniz.
Hayır, aynı görüşte değilim. Görünüşte öyle ama iktidara gelir gelmez, o enstitüleri gece gündüz çalışarak yoktan var eden müdürlerini değiştirmişler hemen. “Müfredat” denen eğitim ve öğretim programlarını da… Ayrıca kızlarla erkeklerin okullarını da ayırmışlar ki, daha ne yapsınlar?
“Hani, köy enstitülerini kapatacağız demiştiniz, hâlâ kapatmadınız.” diyenleri de memnun etmek için adını da değiştirivermişler.
Bizim dershanemiz, mevcudumuz az olduğu için okul kütüphanesi ile laboratuvar arasına sıkışmış küçük bir derslikti.
Kütüphanemizi çok seviyordum. Güney ve batıya açılan geniş pencerelerini, yemyeşil akasyaların süslediği uzunca bir okuma salonu vardı. Cumartesi ve pazar günleri de açıktı, paydos saatlerinde de… İş bilgisi öğretmenimiz İzzet Karakurum’un kız kardeşi idi; kütüphane sorumlusu. Güler yüzlü, kibar, âbisi gibi esmer bir hanımdı.
Giriş kapısının sol yanındaki masada oturur; her geleni, “hoş geldiniz, ne iyi ettiniz” anlamında ince bir gülümseme ile karşılardı. Her gün, bir iki kez uğrardım kütüphaneye. Girişin sağındaki ilk masada bir iki günlük gazeteler olurdu.
Her gün o masaya otururdum mutlaka. Özellikle Cumhuriyet gazetesini beğeniyordum. İlk sayfadaki Nadir Nadi’nin başmakalesi ile iç sayfalarda yazan Burhan Felek ve Cevat Fehmi Başkut’un tiryakisi olmuştum.
Bir de kapıdan girdikten hemen sonra sağdaki bir odada Rus, Alman, Fransız, İngiliz ve benzeri ülke edebiyatlarının klasikleri vardı. Rus yazarı Tolstoy’un ünlü “Harp ve Sulh” romanını o yıl okudum. Kalınca, çok sayfalı bir kitaptı. Şu anda düşünüyorum da, belleğimde hiçbir iz yok bu romandan.
O yıl okuduğum yine çok sayfalı bir kitap da Yaşar Kemal’in İnce Memed romanıydı. Sanırım, kütüphanemizde yoktu bu kitap. İyi de ben nereden buldum da okudum; bilmiyorum.
Harp ve Sulh, düşünce ve duygularımı fazla etkilemedi beni ama İnce Memed aksine… Bu romandan yakın çevremde görüp yaşamadığım “ağalık düzeni” diye bir ülke gerçeğimiz olduğunu öğrendim.
İşte o günden sonra ağalardan yana değil, İnce Memed’lerden yana oldum hep. Güçlüden değil, zayıftan yana… Nerede, kim olursa olsun, ezenlerden değil ezilenlerden yana…
Sahip oldukları maddi ve manevi güçleri ile insanların emeğini sömüren kodamanları savunan “sağcıların” değil, onlara ve onların kurdukları düzene karşı olan “solcuların” yanında yer aldım hep. Bu düşüncemi her yerde, her ortamda açık yüreklilikle söylemekten de çekinmedim hiç.
Halkımızın yanında değil, halkı hor görüp güçlülerin yanında yer alanlar, bildiğimiz yönteme başvurup “dinsiz, imansız” ya da “komünist“ olarak suçladılar beni de.
Umurumdaydı sanki!
***
Yaşadığı 13. yüzyılda, o günün aydın geçinenlerinin Arapça, Farsça karışımı bir dille şiirler yazmalarına karşı çıkan Yunus Emre, halkın dili ile Türkçe söylemiş hep şiirlerini.
Medrese mezunları küçümsemişler Yunus’u ama dönmemiş o yolundan hiç. “Bana ne Arapça’dan, bana ne Farsça’dan… Ben bu halkın çocuğuyum. Kendi dilimle, halkımın diliyle söylerim şiirlerimi” demiş. Aldırmamış o günün hocalarına da, hacılarına da… Ve ne iyi etmiş!
Bugün, onu küçümseyenlerden hiç kimseyi anımsamıyor halkımız ama Yunus’u unutmamış 700 yıldır.
Aynı Yunus gibi köylü bir halk çocuğu olan Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu mezunu Bahattin Gemici, “Bana Seni Gerek Seni” adını verdiği kitabıyla bir “Yunus Emre Destanı” yazmış.(*)
40 yıldır Almanya’da yaşıyor bu yazar ve şairimiz ama yüreği “Türkiye, Türkiye!” diye atıyor hep. Gemici’nin bu eserini de daha önce yayımlanmış kitapları gibi zevkle okudum, sevdim.
Yunus’u sevenler, Gemici’yi sevenler! Haberiniz olsun; bu kitabı da seveceksiniz.